Her şey, üst üste iki gün, aynı saatte, aynı yerde, aynı şeyi düşünmem ile başladı…
Bitirilmesi gereken dilekçeler, son düzenlemeler, acil görüşmeler sonrasında aceleyle fırladım ofisten. Duruşmaya geç kalmıştım. Arabaya bindiğimde, öne park etmiş ve içinde şöförü olmayan bir araba, durumun bir kabustan ibaret olduğunu hissettirdi. Sımsıkı kapadım gözlerimi ve açtığımda araba maalesef hala oradaydı ve içinde bulunduğum arabanın hareket etmesine imkan yoktu. Gördüğüm kabus değil gerçeğin ta kendisiydi. Çalınan kornalar, bağırış çağırışlar neticesinde teşrif eden şöförün arabasını çekmesiyle düştüm yola. Duruşmanın başlamasına çok az kalmıştı, trafik sıkıştı, yağmur başladı ve telefonu ofiste unuttuğumu fark ettim. Yüreğim sıkıştı-ruhum daraldı ve dua mırıldanmaya başladım içimden…
Ertesi gün…
Yine adliye yolları…
Arabanın değil önünde, sağında-solunda-arkasında bile araba yok ve ne tesadüf ki yetişmem gereken bir duruşma da yok. Laylaylom bindim arabaya, düştüm yola. Yetişmem gereken bir durum olmadığından, trafik de yoktu tabii ki. Dışarıda bir bahar havası, bana gülümsüyordu. Yüreğim aydınlandı, içim rahatladı ve bir şarkı mırıldanmaya başladım içimden. Ve dedim ki; Geçmişten günümüze, dünden bugüne, ne Roma’nın On İki Levha Kanunları, ne Hammurabi Kanunları ne de Türkiye Cumhuriyeti Kanunları, hiçbirinde değil marifet. Önemli olan Murphy Kanunları galiba, diğerleri sadece kağıttan ibaret…
Gerçekten de Murphy Kanunları gerçeği, yaşamımızın her anında karşımıza çıkmakta ve bu Murphy efendi, her an başımızda. Mesela yukarıdaki örnekte durum ortada; Bir yere yetişmek zorundaysan ve de geç kalmışsan, trafik hep sıkışık, acelen yoksa, yetişmen gereken bir durum da yoksa inadına trafik açık, yollar sakin olur. Diş ağrısı, mutlaka tatil günlerinde ve gece yarısı tutar. Önemli telefonlar, genellikle siz kapının önünde, anahtarla boğuşurken çalar. Tıkanan trafikte, sizin olmadığınız şerit hep daha hızlı akar. Güzel olan şeyler, ya ayıp günah, ya kanuna aykırı ya da şişmanlatıcıdır. Eğer bilgisayarınızda bitirilmesi şart, ölüm kalım meselesi olan bir iş varsa, yemeğe çıkmanın tam vaktidir. Çünkü muhtemelen ya bilgisayar kilitlenecek ya elektrik kesilecektir. Olur da asansörde kalırsanız, bu büyük ihtimalle seksen yaşındaki Mahmut amca ile bindiğinizde olur. Sigara dumanı, mutlaka içmeyene doğru ilerler, arabanızı yıkattığınız gün, yağmur bir an da tepenize iner.
Yani diyeceğim o ki, kurban olayım hayatı dar etme bize Murphy, düş yakamızdan, artık yeter…
Murphy kuralları derken bir de elimize tutuşturulmayan, yazılı olmayan, yaşadıkça ortaya çıkan kurallar vardır; Hayatın öğrettikleri…
Yaşayarak, savaşarak, unutarak, severek, sevişerek öğrendiklerimiz…
Zamanla öğrendiklerimiz…
Mesela ben hayatı çok da ciddiye alarak yaşamamak gerektiğini öğrendim, nasıl olsa kimse sağ çıkamıyor. Üç yanlışın değil bir doğruyu, bazen bir yanlışın bütün doğruları götürdüğünü öğrendim. İnsanların topraktan yaratıldığını ondan her an çamurlaşabildiklerini de öğrendim ne yazık ki.Ne zaman ölmek istiyorum desem, o zaman yeniden doğduğumu ve her acının sonunda daha olgun olduğumu öğrendim. İnsanların ikiye ayrıldığını öğrendim; Yanındakiler ile aklındakiler. En kötü şeyin, insanın sevdiği birini son kez görmesinden çok, onu son kez gördüğünü biliyor olması olduğunu, küçük kararları aklımla, büyük kararları kalbimle almam gerektiğini öğrendim. Birisinin ruhunu görmek istiyorsam, bana hayallerini göstermesini istemem gerektiğini, nasip denen bir şey olduğunu, iki cihan bir araya gelse, onun ötesine geçilemeyeceğini öğrendim. Güzel gözlere sahip olmak için güzel bakmak gerektiğini, dostun acı söyleyen değil, acıyı tatlı söyleyen olduğunu öğrendim. Yaşamın, aslında biz başka planlar yaparken başımıza gelen şey olduğunu öğrendim…
Yüreği boyundan büyük kadınlar olduğunu, onlardan biri olduğumu öğrendim; Mağrur, bir o kadar da mahzun. İşte o kadınlardan bağırınca değil, susunca korkmak gerektiğini bizzat yaşayarak öğrendim…
Siz ne öğrendiniz bilmiyorum ama ben hayatın kendisinin, öğrenmekten ibaret olduğunu öğrendim…
Her canlının ölümü tadacağını ama her canlının hayatı tadamayacağını, yaşamak denen şeyin fırtınanın geçmesini beklemek değil, yağmurdan dans etmeyi öğrenmek demek olduğunu öğrendim…
Valla ben parmaklarımla dokunarak, koklayarak yaşıyorum hayatı.Üstü, yaşadığını sananlara kalsın…
CANSEN ERDOĞAN
twitter : @cansenerdogan
instagram : cansenerdogan
Snapchat : cansencann