Bir Çınarın Ardından...
Orta ikiye gidiyordum, sanırsam aylardan kasımdı ve puslu bir öğleden sonraydı. Okul kütüphanesinde raflar arasında dolaşıyor, kitaplara bakıyordum. Usulca ilerlerken oldukça kalın bir kitapla göz göze geldim, çatık kaşlı, sert bakışlı bir kitapla, arka kapağındaki resim öyle bakıyordu bana. “Yazarı, ne kadar da ciddiymiş ya” diye geçirirken içimden, kütüphane görevlisinin sesini duydum yanımda; “Ooo bakıyorum tanışmışsınız Yaşar babayla, o halde iyi yolculuklar dilerim sana, yolun açık olsun Anadolu’da…”İlk cemre o gün düştü edebiyatıma. Okumayı hep severdim de yazmak, işte o başka. “İnce Memed” ile tanıştığım o gün, Türkçenin ne kadar zengin bir dil olduğunu da öğrenmiş oldum pekâlâ. O inanılmaz Çukurova tasvirleriyle memleketi, hakiki Türkiye’yi, öz Türkçeyi bastım bağrıma. “İnsanoğlu bir karanlıktan geliyor, bir karanlığa doğru gidiyor ama nerden gelip nereye gideceğini hep unutuyor. Bir defa geldim, bari tadını çıkarayım, demiyor” dizeleriyle ayna tuttum kendime, duruşumu belirledim hayatta. Masalların kızıyım ya ben hani biraz, efsaneler hep büyülemiştir beni, mucizeler ve mitler etkilemiştir oldum olası. İşte belki de ondandır Yaşar Kemal’ e hayranlığım; Düş ile gerçeği, doğa ile insanı iç içe sunmasından, şiirsel üslubu, hayal gücünden, insanlığıyla örtüşen betimlemelerinden, tasvirlerle fark yaratmış dil işçiliğinden…
“Sarı Sıcak”tır büyük usta, güneştir Anadolu’da, rüzgârdır Çukurova’da. Ama mavi geliyor Yaşar Kemal denince aklıma. Çünkü meneviş mavisini Türkçe’ ye kazandıran odur aslında. Sadece bu da değil; Ümit kelimesinin yerine, Adana’dan bildiği, duyduğu şekilde “umut” kelimesini kullanan böylece umudu dile ilk sokan kişi olmuş. Kolay olmamış bunlar hem de hiç. Henüz beş yaşında bir çocukken babasının gözünün önünde öldürülmesine şahit olup yedi sene susmuş büyük üstat. Daha sonra ise amcası yanlışlıkla gözünün çıkmasına sebep olmuş. Okuyamamış, ırgatlık, amelelik, katiplik ne varsa yapmış. Ve en sonunda kitapları 29 dile çevrilen, yerel değerleri evrensel boyuta taşıyan koca bir çınar olmuş, gölgesinde dinlendiğimiz…
“Yer demir, Gök Bakır” ile başka bir sevdim yurdum insanını. Şener Şen’in meşhur “Eşkıya” filmini izlediğim zamanın, ‘Çakırcalı Efe’ yi okuduğum zamana denk gelmesi bir tesadüf müydü acaba ? Kitaptaki haksızlara karşı dağa çıkmış eşkıyadan dolayı mı sevdim o filmdeki eşkıya karakterini, hala emin değilim. Ama galiba en çok da, Ege’de mübadele hükümleri gereğince Yunanistan’a göç ettirilen Rumların boşalttığı bir ada ekseninde, balkan savaşından Sarıkamış’a, yakın tarihte yaşanan acıların dile getirildiği; “Fırat suyu kan akıyor, baksana” yı sevdim ben. Suyun öteki yakasına ağladık, onunla beraber.
O değil de, hani demiş ya; “İnsan bir kere birine geç kalır ve bir daha hiç kimse için acele etmez”, aşkın da tasvirini yapmış aynı zamanda. Yüreğin kadar yer kaplarsın evrende diyerek, sevmeyi salık vermiş herkese. “Zulme sessiz kalan bir gün zulme uğrar, haksızlığa karşı durmak insanın onurudur" demiş İnce Memed eserindeki bu sözün önemi daha da bir hissedilir oldu bugünlerde…
İyi ki tanıdım seni Yaşar Kemal, iyi ki kalın gözlüklerinin ardından bakıp; “Hep yaz, hiç durma’ dedin bana. Etrafımız Abdi Ağa’ lar ile ile çevriliyken iyi ki İnce Memed olarak kalmayı vasiyet ettin okuyucularına. Biliyorum ki sen ölmedin, romanlarda, şarkılarda, türkülerde, ağıtlarda, masallarda, anılarda, kitaplarda, Anadolu'da yaşayacaksın daima. Sadece yazmayı bıraktın, o kadar…
Anavarza kayalıklarının, Peryavsan otlarının, Huri ananın, Döndü’nün, Salih’in, Memed’in, Abdi Ağaların ve de Çukurova’nın pamuk tarlalarının başı sağ olsun…
Pamuklar içinde yat, Koca Usta!
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan