BOŞVER
Herkes bir keyifsiz, herkes bir sessiz.
Sanki tüm dertler birikmiş de dermanı çaresiz.
Kime sorsam; ‘havadan’ diyor, durmaksızın yağan yağmuru iğneliyor.
Nazlı güneş de inadına çıkmıyor, sanki oyun oynuyor.
İnsanlar bu kadar kirli olmasaydı belki bu kadar yağmur yağmazdı diyorum, kimse gülmüyor.
Oysaki tam da sıcacık battaniyenin altına girip kitap okuma havası.
Cama vuran yağmur sesleriyle, kirpiklerin bir saatin dişli çarkları gibi birbirine girme, rüyalarda gezinme hali.
Ta ki gökyüzü, birden homurdanıp gözlerinden şimşekler çakana dek.
O şimşek sesiyle uyanıp burnuna hiçbir şüpheye mahal vermeyecek şekilde gelen, fırından yeni çıkmış cevizli kek kokusuna doğru ilerlemek.
Önüne çıkabilecek hiçbir engelin seni durdurmasına izin vermeyerek keke ulaşıp tadına vararak yemek.
Dışarıda zembereğinden boşanmış avaz avaz bir yağmur, bir klarnet taksimi boyunca uzanıp hayal kurmak yazlara ve yine kışlara.
Ve budanmayı bekleyen fikrimizin ince güllerini, bırakmak nadasa…
Çalan bir telefon sesi, döndürür tekrar hayata.
Eski bir dostun kırk yıl hatırlı kahve içelim teklifiyle karşılaşırsınız bir anda.
Anıları yâd eder, dolaşırsınız geçmişin tozlu ama bozulmamış satır aralarında.
Dakikalarca gülersiniz, sadece sizin bildiğiniz dilde, sussanız da anlarsınız birbirinizi, o dilin yabancı sözcüklerinde. Ansızın tarifi zor bir mutluluk kaplar içinizi, kocaman bir tebessüm yerleşir dudaklarınıza.
Dosttur, bu tebessümün adı, candır. Sizi sizden çok sahiplenecek ve de düşmenize izin vermeyecek arkadaştır. Anlarsınız ki çok şanslısınızdır. Çünkü yıllar yılları kovalasa da ve kimseler kalmasa da onlar sizin hep yanınızda olacaklardır.
Ne çok şey vardır yapılacak, tam da bu havalarda… Albüm yerleştirme zamanıdır mesela. Geçmişi yeniden yaşama, zamana yolculuk yapmayla. Resimler yerleştirilir sayfalara, anılar yaşanır, o zamanının duygularıyla. Kâh bir kadeh yalnızlık doldurur içersiniz sessiz kuytularda, kâh birkaç damla yaş eşlik eder, izi kalır, resimlerin tutunduğu yorgun yapraklarda. Sonra film izleme zamanıdır; evde uzanmış modda, ya da sinemada bir kutu patlamış mısırla. Romantik komediler iyi gider, hem kalbiniz dinlenir, hem de gülersiniz işte katıla katıla.
Bu akşamlara fasıl da iyi gider; Kanun, keman, darbuka, içtimada hazır bekler.
Bir kadeh rakı, ağlayıp yolunuzu gözler. Münir Nurettin’e selam edenler, ‘senede bir gün derler’.
O sıcacık battaniyenin altına girip okuduğum, okurken de uyuyakaldığım, ünlü yazar Gabriel Garcia Marquez’in veda mektubuydu.
Tüm bu düşünceler, ölmeye çok yaklaşmışken sonun geldiğini fark eden usta’nın yaşamaya dair dizelerinde canlandı.
Hayata tutunmaya çalışan ama ellerinin kaydığını fark eden yazarın pişmanlık dolu kelimeleriydi, havadan, sudan ve de hayattan şikâyet etmemek gerektiğini hatırlatan;
Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup can vererek beni ödüllendirse, aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm.
Eşyaların maddi yönlerine değil, anlamlarına değer verirdim.
Az uyur, çok rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, altmış saniye boyunca ışığı yitirdiğimi düşünürdüm.
Başkaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim. Başkaları uyurken uyanık kalmaya gayret ederdim. Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya bakardım.
Eğer Tanrı, bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım.
Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun üzerine kazır ve güneşin göstermesini beklerdim.
Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenatlar söylerdim.
Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim.
Tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı...
Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim.
Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna ederdim ve aşk içinde yaşardım.
İnsanlara, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanır.
Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım. Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim.
Ey insanlar!
Sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim.
Sizlerden çok şey öğrendim ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim. Mutsuz bir şekilde...
Artık ölebilir miyim ?
Öldün sevgili Marquez, öldün tüm pişmanlıkların, yaşanmamışlıklarınla. Umarız ki bizlerin gözleri, sana göre daha kapalı gider, yaşanmışlıklarımızla. Hayatı o kadar da ciddiye almamak lazım, kimse sağ çıkmayacak nasılsa. ‘Keşke’, dünyanın en pahalı kelimesidir, ‘boşver’ ise en ucuzu aslında. Hayatın tadını, çıkarmak lazım, sağlık ve de huzur varsa. Gerisi bir şekilde olur mutlaka…
Kaybettiğin her şey, başka bir surette geri döner sana, yeter ki yürekten istemeyi bil, boş ver ki hayatı, dolu geri alabil…
Cansen ERDOĞAN