Buğulanmış cama yazmak
Hava soğuk, karanlık.
Yağmur ince ince yağıyor, radyoda hafif bir müzik çalıyor.
Dışarıda gitmekten çok kalmayı seçmiş bir trafik ve ben arabanın içinde, burnumu cama yaslamış öylece dalmışım. Cam buharlanmış, burnumun izi çıkmış.
Fark edince gülümsedim ve kendimi çektim. Buğulu cama bir şey yazayım dedim.
Koydum parmağımı cama, bir şey yazıp çizemedim. Sahi ne yazılırdı buğulu cama?
Kalabalık? Olmaz, buğu gidince o da gider.
Çizilen çöp adamlar, bir bir silinirler.
O halde yalnızlık?
Evet, yalnızlık.
Sahibinden satılık 'Yalnızlık'; Hüzün ve huzur manzaralı, bütün dertlere ön cephe ve umuda sıfır.
Bazen kalabalık, bazen yalnızlık.
Bazen kalabalıklar içinde yalnızlık, bazen yalnızken bile kalabalık.
Yanındaki onca kalabalığa rağmen hayatı yaşayamamak yâda tek başınayken de hayatın kendisi olmak.
Yani bir kalemdir hayat; Yazılan beyaz bir sayfaya, hüzün buğusuna, buğulu bir cama.
Kimi kez dudaklarda gonca gonca açan bir tebessüm, kimi kez gözlerde sayfa sayfa okunan acı, gözyaşı.
Güz yaprağına sarılmış umutların önceden marine edilip dinlenmeye bırakıldığı, kulak memesi kıvamına gelince ısıtıldığı.
Yenilmektir, üzülmektir, inanmaktır, kazanmaktır.
Üstüne atılacak bir parça toprak ve bir metre bez ve içine tertemiz bedenin ile örselenmiş ruhunu koyacakları o karanlık çukura kadar hayatı hakkını vererek yaşamaktır.
Cevabını bilmediğimiz şıklar koyar önümüze hayat.
Üç doğru bir yanlışı götürmese de, bir yanlışın onca doğruyu götürdüğü bir sınavdır aslında; Süresi, insan ömrüyle limitli.
Gidiş yoluna puan vermeyen, sadece sonuçla ilgilenen.
Nihayet hayat, herkesin kaderinin yazıldığı defter sayfasıdır; Kadere inananların, kadere saydıranların, kadere inanmayıp değiştirmeye çalışanların…
İşte anladın mı, kim olduğunu kader?
‘Kader diyemezsin, sen kendin ettin’ diyerek bir notaya sığdırılacak kadar hafif değilsin, sen bunu iyi bilirsin.
Uzakta gördüğüm ışıklar mısın, yoksa özlediğim adam mı?
Omzumdaki delik heybe misin, sevinçleri taşıdığım, hüzün yüklü çuval mısın, tüm gücümle sırtlandığım?
Bence uzun ince yoldur kader, gidersim gündüz gece, bazen meçhule bazen de en iyi bildiğin gerçeğe.
Kısacası çizilmiş yolundur senin, ilerleyeceksin sakince, bakmadan kimseye.
Olur, da ayağın tökezlerse, bakmayacaksın kimseye.
Bir silgi alıp sileceksin kaderini sessizce ve devam edeceksin yoluna yine…
Hayatın belli bir dönemine kadar kaderi değiştirmek üzere formatlanırsın.
Güçlüsün ya, değiştirebileceğini sanırsın. Sonra bir gün gerçekle karşı karşıya kalırsın. Değiştirmek uğruna kat ettiğin tüm çabalar, kanat takmış uçuyorlar semada, sen ise bakıyorsundur havaya, şaşkınlık ve de yorgunlukla.
Geçip giden zamana mı yanarsın yoksa verdiğin onca emeğe, uğraşa mı? …
İşte o sırada uzaklarda bir yerde kaderin gülüyordur sana; ‘Ey beşer, şaşarım sana, benimle uğraşma. Herkes kendi kaderini yaşar, beni zorlama’…
Kader, hayatı boş vitese takıp yaşamaktır aslında, rölantiye almaktır yaşamı.
Çok görmeyecek, çok deşmeyecek, çok kurcalamayacak, çok bakmayacaksın.
Elinden geleni yapıyorsan gerisine aldırmayacaksın.
Çok uğraştıysan, çok çalıştıysan, çok sevdiysen gerisine bakmayacaksın.
Çok isteyip de olmuyorsa, vardır bir sebebi diyeceksin.
Mevlana’nın dediği gibi; ‘Bir şey, çok istediğin halde olmuyorsa, ya olmaması senin hayrınadır, yâda daha iyisi olacaktır’ .
O yüzden çok takılmayacaksın.
İyisi mi nehrin yolunu değiştirmekten vazgeçip kendini nehre sırtüstü bırakacaksın.
Bunu nasıl mı anlayacaksın.
İçindeki sese kulak verip başka kimseyi umursamayacaksın.
Kaderin yazılmış, içine yerleştirilmiş, dinlersen ne söylediğini duyacaksın.
Dinlemezsen kadermiş deyip duracaksın.
Can Yücel, şiirinde de bunu şöyle anlatıyor;
Olsun istersin…
Hatta olsun diye yapılması gerekenden daha da fazla üstelersin.
Aşktır; Değer verirsin, ödün verirsin, sevgiden de öte saygı gösterirsin, olmayacak kaç şey varsa bir araya bile getirirsin. Bakarsın, ne anlattığını anlayabilmiş ne de çözüm için bir şeyler yapma gayretinde.
İştir; Sabahlarsın, “olsun” diye, ailenden çaldığın zamanı oraya verirsin…
Dosttur; Hayatta kimseyi dinlemediğin kadar dinler, kendine ayırmadığın onca şeyi “O’na” ayırmaya çalışırsın…
Sonra olayın içinden kendini çıkartır şöyle karşıdan yaptıklarına bir bakarsın…
Bakarsın ki her şey başladığın gibi!
Olmuyorsa, olmuyordur!
Gönlün rahat mı?
Elinden geleni yaptın mı?
Cidden olmuyorsa zorlamayacaksın…
An’lar olmasaydı, zaman yetim kaldırdı.
Kader olmasaydı, hayat da yavan.
Olmuyorsa zorlamayacaksın, yoksa ya hayallerin kırılır yâda kalbin.
Sevdiysen; tüm kalbinle, koyduysan yüreğini ortaya ve yine de olmuyorsa çekileceksin kenara.
Ucuz olsun diye elden düşme kelepir sevdalar yerleştirmeyeceksin ömrüne.
İkinci el sevdaların bedeni, büyük gelir yüreğine.
Elinden geleni yapıp sevgini sereceksin önüne.
Görmüyorsa, ne yapsan nafile.
Ne de olsa kader, kabullenmektir.
Ve sevmek; yüreğin acısa da, uğrunda ölmeyi bilmek kadar gitmeyi de bilmektir.
Kader…
Yazılmış, yaşanmış.
Bazen bağıra çağıra gelir, bazen sessiz sedasız.
Yeter ki dinlemeyi bil.
Sonuçta anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.
Şikâyetçi misin?
O zaman ya kaderini yaşa yâda yenisini yaz…
Cansen ERDOĞAN