Cennet & Cehennem Dedikleri...
‘İçinde rengarenk çiçeklerin, türlü meyvelerin, bal akan nehirlerin, süt denizlerinin olduğu yer’ demişti anneannem, yedi-sekiz yaşlarında, camın önünde otururken… ‘Binlerce inciden oluşan dev çadırları olacak herkesin ve kim neyi ister, neyi arzu ederse gözlerini bir an için kapayıp düşünmesi yeterli olacak, o şey anında yerine gelecek’… Nasıl da heyecanlanmış, dinlemeye doyamamış, küçücük aklımla, hayaller kurmaya başlamışken, anneannem; ‘Cennete ancak iyi çocukları, temiz kalpli insanları, çevresine iyilik yapan, ailesini üzmeyen kişileri alıyorlar, aksi takdirde, ölünce cehenneme gönderiliyoruz. Cayır cayır yanan ateşlerin, korkunç zebanilerin hüküm sürdüğü şeytan krallığı orası ve korkunç bir yer’ …
Uzunca bir süre, etkisinden kurtulamamış, sorup soruşturmuştum çocuk aklımla. Gidip de dönen olmadığından, anlatılanlar, kurgudan ibaret, kutsal kitaplarda işaret edilenle sınırlı olunca hayal dünyam hızla çalışmış, cennet ve cehennemimi yaratmış, ona inanmıştım.
Yıllar yavaş yavaş ilerleyip bedeni hızla değiştirip fikirleri esir alırken, çocukluğun o yumuşacık, bembeyaz muhallebiden duvarları da hızla yıkılmaya başladı. Düşler sokağının imtiyazlı sakinleri olmaktan vazgeçip mahalleden ayrılmıştık bile. Ateşten gömlek giyip kıldan ince, kılıçtan keskin Sırat köprüsünden defalarca geçerek mahşer kalabalığının yalnızlığını yudum yudum büyüttük, az öteden gelen hurilerin çalgı çengi seslerinde. Ve bir gün anladık ki, cennet de cehennem de uzaklarda değil, tam içimizde; Üstünü balçıkla sıvayıp görmemek için diretsek de, farkında olup yüreğimiz de büyütsek de…
Cehennem, vicdandır esasında; vicdânen rahatsız ve pişman olduğunuz şeyi defalarca yaşamak ve her seferinde yeniden pişman olmak. O ateş, cehennemin ta kendisidir. Yakar, kavurur insanı bu pişmanlıklar. Öldürür öldürür, tekrar diriltir. Yaşarken, yaşamıyormuş gibi hissettirir. Çünkü cehennemde ateş yoktur, herkes kendi ateşini giderken götürür.
Varını yoğunu tüketen, sevdiğini kaybeden, haklı olup da ispat edemeyen için, cehennemdir aslında fani dünya. Tek farkla; cayır cayır ateş, içinde yanmakta, zebani kılıklı insanlar, ortada cirit atmakta…
Ezoterik öğretilerin hemen hepsinde, ateşte yanmak, arınmak anlamında geçmektedir. Kötülüklerden arınmak, günahlardan arınmak, ayıplardan sıyrılmak…Kutsal kitaplarda, cehennemin orta yerinde yetişen zakkum ağaçlarıyla özdeşleşen, bedenin yanarak kül olacağına işaret eden, türlü acıları tasvir eden ve cehennem denen Arafın ötesindeki o yer, belki de çok uzak değil de, tam içimizde, yüreğimizin orta yerinde. Vefasızlığın bir tokat gibi çarptığı yüzümüzde, haksızlığın pare pare kanattığı kalbimizde, kendi cehennemimizi yaşıyoruzdur belki de. “Bu dünyanın işi, o tarafa kalmaz”, “dedenin yaptıkları torundan çıkar’ diyen ataların da bir bildikleri vardı herhalde…
Rengarenk çiçeklerin değil belki ama rengarenk sevgilerin filizlendiği yüreklerde cennet mevsimi başlamıştır bile. Bulut olmuş gözlerden akan sağanak yaşlardan sonra, buram buram huzur tüten bacalı yüreklerin bahar karşılaması. Yaradana sığınarak, evladına sarılarak, sevdiğiyle yaşayarak mutlu olmuş Ademlerin, bir elma yüzünden kovuldukları cenneti, içlerinde yaratma çabaları.
Cennet yaratıldıktan sonra, üç şey cennetten çıkarılmış, bulup getirsinler diye; Kelimeler, Annelik duygusu ve Aşk…Kelimeler, Adem’de kalmış, anneliği Havva almış, ayakları altına saklamış ama aşk çok ağırmış, öylece kalakalmış. Aşkın ortada kalmasını istemeyen Tanrı, onu layıkıyla yaşayanlar için cennetinde yer ayırmış Yaşamayanlara cehennemi, bu dünyada yaşatmış. Sevip de kıymet bilmeyenler, bu dünyada cezalandırılmış. Sönmez sevda yangını, sonsuzlukla harlanıp hep yanmış. Zalimin zulmü olsa da, sevenin Allah’ı varmış ve Allah da bunu hiç karşılıksız bırakmamış. “Seninle cehennem ödüldür bana, sensiz cennet bile sürgün sayılır” diyen aşık, hiç de yanılmamış.
Kısacık ömürde, dolu dolu yaşananlarla cennet ve cehennemin türevlerini yaşıyoruz aslında. Yapılan iyilik geri dönüyor mutlaka, kötülük ise çıkıyor bir zamanda. Tutulduğumuz bu sınavda, cennetle cehenneme yaşayarak hazırlanıyoruz galiba. Kor ateşler içimizde yanıyor, içinde olmak yerine, bal akan nehirler, süt denizleri içimizi tatlandırıyor, gözlerimizin yerine…
Bazı şeylere uzak değil, aslında çok yakınız. Tanrı, kulları yorulmasın diye içlerine yerleştirmiştir, onları. Örnek mi?
Cennet, sevdiğinizin yanı başıdır. Gerçek cehennem ise, yolunda gitmeyen hayatınızdır…
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan