Klimanın yapay serinliği ile rahatlamaya çalıştığım günlerden birinde, önümdeki bilgisayar ekranına boş boş baktığımı fark ettim ansızın. Aslında bu fark ediş, ekranda gözlerimle göz göze gelmem ile oldu. Yaklaştım iyice ekrana ve keyifle gülümsemeyen beni gördüm karşımda. Hemen solumda, bıyık altından gülümseyen çiçek açmış kiraz ağacının dürtmesiyle kendime geldim bir anda. ‘Bir mevsim geçiyor dışarıda ve sen ona dokunmadan izin veriyorsun karşında’ diyen tatil tanrısının sesiyle içime döndüm sonra; ‘ Sahi, ne işim vardı, benim şimdi burada. Klimaların serinliğinde kendimi avutacağıma, sıcak yerlere gitmeli, güneş ile yıkanmalı, yeşil ile sevişmeli, soğuk sularda kulaç atarak yaşadığıma şükretmeliydim. Dalgaların ulaşamayacağı yerlere kumdan kaleler yapıp saatler geceye yanarken donarak kristalleşip bir kalıba dökülmeliydim. Ve bünyede huzur, bedende d uyku ve zihinde tortulanmış bir berraklık ile kürkçü dükkânına geri dönmeliydim. Tatil... Adı bile kıpırtılar uyandırıyor biz modern zaman savaşçılarının yüreğinde... Bir şeylerin bitmesi ile başlaması arasında olan süreçte, yalnızca senin bildiğin kutsallığı yaşamak derinlerde bir yerlerde... Yaşadığın her şeye şöyle biraz uzaktan, bir şehrin sınırları dışından bakmak. Bir otobüsün, arabanın, uçağın camına başını yaslamak, bir yerlere ama önce kendi içinde bir yolculuğa çıkmak. Seni sıkan, bunaltan her şeyi şehirde yüzüstü bırakıp topuklarını vura vura uzaklaşmak, yaşadığın şehri tam kalbinden bıçaklamak. Bitip de geri dönerken, o camlara yeniden başını yaslamak ama bu defa huzurlu, mutlu uyuyakalmak. Eve varıp da uyandığında, ayaklarında seni tutan bir el ile baş aşağı, çığlık çığlığa yeniden doğmak dünyaya... Hayali ve beklemesi, en az kendisi kadar güzel olan süreçtir tatil. Tatile gitmek kadar tatile gidebilme ihtimalini de sevebilmektir yani. Şemsiye ebatlarında kocaman hasır bir şapka takarak saklanmaktır güneşten ama aslında işten, güçten, şehirden, trafikten. Biraz deniz, biraz uyku, parmak arası terliktir tatil. Uçuş uçuş beyaz bir elbise, mavi desenli bir gömlek ve çikolata değmiş bir tenle kendi kendine iken bile gülümseyebilmektir. Saçlarını, altına gizlendiği metal tokadan kurtarıp rüzgâra bırakmak, kanat çırpan dinginlik kelebeklerini de yüreğinden salmaktır. Altı - yedi haftalık bir zamana tekabül eden, sabırsızlıkla beklenen, en çok istenen bu mevsimin içine sıkıştırılmış en güzel zaman aralığıdır, belki de yılın. Hayatı, bir süreliğine nadasa bırakma zamanıdır. Geçen bir yılda, üzerinden koca bir aşk geçen, içinde derin bir dert çeken, yorulan, daralan bedenin oraya buraya saçılmış zerrelerini toplamak, zerre kadar değeri olamamaktan kurtulmak, yeniden tek bir zerre olmaktır. Hayatın debisini değiştirememek belki ama alüvyonların yerini değiştirebilmektir. Kimi kez sırtında bir çanta, başında kenarlı bir şapkayla yola düşmektir tatil, yeni yerler görmek, dehlizler keşfetmek için. Bazen evde oturmak, müziği açmak, bir şey düşünmeden öylece boşluğa bakmak, kendinle kalmaktır. Şehri, gidenlerden teslim alıp kalan olmaktır bazen de; Daha önce gitmediğin yerlere gitmek, yeni tatlar keşfetmek, müzeleri, galerileri görmek, konserleri takip etmektir. Ama en çok da, denizdir, kumdur, güneştir. Kendine yakışmayan bir hırçınlıkla sahile vurup geri dönen dalga seslerini fon yapıp kulağına, uzanmaktır gözleri kapalı halde şezlongda. Yerde duran fıstık yeşili plaj çantasından, en sevdiğin kitabı çıkarıp bastırmaktır göğsüne, tuhaf bir sevinçle. Güneşin boynuna sarılıp okumaktır kitabı onun himayesinde. Hiçbir şeyin sonu yokmuş gibi denize bakmak ve dalga sesleri eşliğinde uyuyakalmaktır sessizce. Sonra sonsuzda, uzaktan gelen kahkaha sesleri, müziğin tatlı ezgileri, rüzgârın ılık esintisiyle uyanmak, keyifle gerinmek ve tekrar gözlerini kapamamak, mümkünse hiç uyanmamaktır. Bir an için hayatta tek problemin, akşam ne giyeceğine karar vermek yâda okeyde bitememek olduğunu düşünmek, sonra bu düşündüğüne kendin bile gülmektir. Bana göre tatil deniz demektir, deniz ise tatil. Dalmak suya ve kalmak orada. Zamanın çabucak geçtiği paralel bir evrendir orası, balıkların ve kabukların tadını çıkardığı. Oysaki derinlerde dışarıdan gelen sesler kaybolur, şekil değiştirir görüntüler, hele de nefesini yeteri kadar tutabilmiş isen. Balıklama dalınan bu sanal evrenden dimdik bir çıkış yapılır yaşanan düzleme, soluk almanın şimdiki zaman haline. ‘Miş’ li’ geçmiş zaman da kalır denizin engin derinliklerinde, küçüklüğümüzün renkli masallarında olduğu şekliyle… Sonra yavaşça sıyrılınır denizin sevgili kollarından, tam çıkarken ayaklarının ucuna değen bir şey seni olduğun yerde durdurur. Eğilip alırsın, kumda duran denizyıldızını, avucunda saklarsın. Ve usulca saçlarına iliştirirsin onu, tanısın denizin seni yine, bir dahaki gelişinde, karşılasın sevinçle diye... Kısa cümleler kuruyorum ben tatilde, kurduğum cümleler, uçlarına bağladığım fiyonklu düşlerimle gökyüzünde salınıyor ince ince. Fırına verdiğim planlar, kulak memesi kıvamına gelince diziliyorlar üst üste. Üzerlerine biraz hayal biraz da umut serpilip dinlendiriliyorlar, yayvan hayat tepsisinde. Duayla marine edilip iyi niyetle servis ediliyorlar tarafımdan, evrene zevkle sunulmak üzere... Tatil, huzur demek, hayatın rutin sarmalına kısacık bir es vermek demek. Bitip de geri döndüğünde, üzerinden aylar geçmiş gibi gelse de, hemencecik bitmiş, azıcık sürmüş olduğunu fark ediyorsun ümitsizce. Kızgın kumlardan serin sulara atlarken seni kıskanan şairi anımsıyor, her güzel şeyin sonu vardır diyorsun kendine. Kendinle yüzleştiğin yolculuk da sona eriyor böylece. Artık aynalar var yüzleşebileceğin, bronz tenini, parlak gözlerini, pembeleşmiş yanaklarını görebileceğin, arkası sırlanmış aynalar. Ancak bir ayna ne kadar sır tutabilir ki... Hayatın en güzel anı, en çalınmış zamanıdır tatil. Birkaç hafta için en az üç yüz otuz gün türküsü çağrılan. Öyle ki, bir zaman sonra ağustos böceklerinin ruh halini anlar, hatta hak vermeye başlarsın. Sonra da hikâyenin geri kalanını hatırlar, karınca kararınca yaşamaya devam edersin. Ta ki ayağının ucuna değen bir denizyıldızı görene, yâda görebilme ihtimali gelene kadar... Cansen Erdoğan