Deprem yüreklerde, Yürek depremlerde
Saat gecenin bilmem kaçı…
Gece üstümüze düşmüş öylece.
Önce derinlerden gelen bir uğultu, ardından gelen şiddetli sarsıntı.
Çatlayan duvarlar, dökülen fayanslar, derinden duyulan kelime-i şahadet sesleri.
Çöreklenen karanlığa inat daha bir parlak ay, kayan yıldızlar.
Teslimiyet pozu vermiş öylece bekleşen insanlar…
Ve sabah olur, dünyanın herhangi bir yerinde, beşerin uykusunun en tatlı yerinde. Ama gün aydınlanmaz, birkaç saat önce deprem olmuş, ölümle yaşam arasındaki çizgide tek ayak üstünde durma cezası almış insanların şehrinde. Güneş doğmaz, beton kokan karanlıkların içinde. Uçuşan perdeler, uluyan köpekler, ağlayan çocuklar, deliye dönmüş analar görünür yıkık duvarların arasında… Dört-beş katlı binaların ardından kalan enkazlar, enkazın altında cansız yatanlar, tükenen umutlar, sönen ocaklar. Bir daha asla aynı olmayacak hayatlar. Birkaç saat önce iyi geceler dediğine, artık günaydın diyememektir deprem. Küs olduğunla istesen de barışamamaktır. Ailene, dostlarına, arkadaşlarına bir daha sarılamamak, sevdiğinin gözlerine bir daha bakamamaktır. Dünyanın içip içip ayakta duramadığı, toprak altında kıyametin yaşandığı, doğanın insanlardan aldığı en büyük intikamdır. Sonsuz kudretin, ‘Siz ne kadar kurup dikseniz de, ben istersem 45 saniyede yıkar, silerim’ deme şeklidir. ‘ Z ‘ harfi girmese araya hep birlikte, (z)el (z)ele olabilme şansıdır. Ve üstünden biraz zaman geçip de, yağmurlar yıkayınca kan bulaşan yuvaların damlarını, vinçler kaldırıp da götürünce enkaz parçalarını geriye kalan, insan derisine bürünmüş enkazlar için yaşama vakti, yaşar gibi yapma vaktidir. Çünkü sarsılsalar da yıkılmamışlardır.
Yine saat gecenin bilmem kaçı…
Gece üstümüze düşmüş öylece.
Önce derinlerden gelen bir uğultu, ardından gelen şiddetli hıçkırıklar.
Çatlayan dudaklar, dökülen yaşlar, mırıldanılan dualar…
Çöreklenen karanlığa inat daha bir parlak ay, kayan yıldızlar.
Teslimiyet pozu vermiş yürekler, az birazdan sağanak olacak gözler…
Ve sabah olur, dünyanın herhangi bir yerinde, beşerin uykusunun en tatlı yerinde. Ama gün aydınlanmaz, birkaç saat önce deprem olmuş, devamla tamam arasında, tek ayak üstünde durma cezası almış yüreklerin şehrinde. Güneş doğmaz, ayrılık kokan karanlıkların içinde…
Ayrılıklar ve kararsızlıklar, bir de yalnızlıklar, kalbinin duvarlarını yerle yeksan eden depremlerdir çoğu zaman. Asma kat yapıp yüreğinde, sevgini orada sakladığındır. Ama beton değildir yüreğinin üstündeki, bu kez. Ağırlığı altında ezildiğin, kumbaranda birikmiş gözyaşlarıdır. Belini büken yıkıntılar, bacaklarının taşıyamadığı haksızlıklar, tam da göğüs kafesinin hemen ortasına yerleşmiş acılardır. Kimbilir hangi aşktan hüküm giymiş sevdalar, söylenmemiş aşklar mapusunda yatar. Derken bir uğultu kopar, beynin derinliklerinde. Ayrılık ve kararsızlık omuzlarından tutup sarsmaya başlar, bilmem kaç şiddetinde. Karanlık tutar elinden, yıldızlar, yaşların olur. Kızıl gökyüzünün en loş yerinde saklanır yüreğin. Sen konuşur, sen ağlarsın sana. Seni sana anlatır, sen kızarsın kendine. Sen, senden şikayetçi olur, seni sana emanet edersin. Sonra gözlerin kararır, dayanamaz kapaklarının altında, usulca kapanır.
Sonra sesler gelir, yüreğin enkazları içinden, feryatları duyulur en derinden. Işıkları açmak istersin uzanamazsın. Zaman geçip de alışınca gözlerin karanlığa, tüm o yıkıntılar içinde, siyah beyaz bir fotoğraf ilişir gözüne. Henüz beş yaşında ön dişlerin dökük, salıncakta kahkahalar atarken çekilen resim. Kısıp gözlerini daha iyi görmeye çalışırsın, uzanmak istersin uzanamazsın. Bakakalırsın…Ve eğreti duran son kiriş de tutunamaz tavana, bırakır kendini boşluğa, kalbinin yanına. Paramparça olmuş kalbinin her parçası, saçılır oraya buraya, arama- kurtarma ekiplerince bulunamayacak şekilde bir daha. Yıkıntılar, mezar olur düşüncelere ve tezde rasathane haberi düşer yüreklere; ‘Akşam saatlerinde, merkez üstü kalbin gögüs kafesine yakın bölümünde , dokuz nokta yedi şiddetinde deprem oldu; tüm faillerin ve mağdurların dikkatine…’
Ne depremler yaşar yürekler, doğumdan bugünlere. İtinayla büyütülen sözcükler, kollanıp saklanan en değerli sevgiler, gün gelip yıkılıverir hiç beklenmeyen şekilde. Neler oluyor diye bakınırken şaşkınlıkla çevreye, kader görünür karşıdan tüm azametiyle. Gülümsüyordur, ve der ki, kendinden beklenmeyecek sevimlilikle; ‘Vakit tamamsa, gideceksin. Son sözünü söylemeden, usulca çekileceksin. Biriktirdiğin tutkuları, ezberindeki yaşanmışlıkları, içinde kopan fırtınaları da alıp, yanına acılarını katıp düşeceksin yollara. Yüreğin depremlere tutulsa da aldırmayacak, yaşadıklarına saygıyla ayrılacaksın limandan.
Üzülme; Sen de bu yürek oldukça, ne yıkıntılar, ne de enkazlar kalacaktır. Fay hatları üzerine kurulmuşsa yüreğin, depremlere de alışacaktır. Sarsılsa bile yıkılmayacaktır…’
CANSEN ERDOĞAN