Doğru ya da yanlış, neye göre?
Türkiye iki gün önce, sürmanşetten yayınlanan sürvahşet bir olayla sarsıldı. Şiddet uygulanan bir kadının, uygulanan şiddet sonrası sansürsüz yayınlanan fotoğrafı, büyük polemiklere yol açtı. Bu fotoğrafın yayınlanmasına tepki gösteren kesim, bunun insan haklarına, basın-yayın ilkelerine şiddetle aykırı olduğunu savunurken, aksi görüştekiler bugüne kadar sadece cümle içinde kullanılan kadına şiddet’in ilk kez bu kadar dikkat çektiğini, sözde değil özde bir farkındalık yarattığını ve bu konuda artık daha duyarlı yaklaşılacağını dile getirdiler. Aslında her iki taraf da kendine göre haklı…
Yüzyılın hiç bitmeyen, bitecek gibi de gözükmeyen kürtaj sorunu, yine gündemde, yine dillerde. Hukuken, dinen ve de ahlaken hep tartışılan, her kafadan ayrı sesler çıkartan bu hassas konu, yine fikirleri ikiye bölüyor. Bir kısım, kürtajın bebeği dünyaya getirmek istemeyen, gelse de ona bakabileceğine inanmayan annenin manevi hakkı olduğuna inanırken, sosyal, dini ve etik haklardan yola çıkan bir diğer kısım ise bunun, bebeğin yaşama hakkının elinden alınması olarak yorumluyor. Aslında her iki taraf da kendine göre haklı…
Doğrular ve yanlışlar… İnsanın varoluşuyla doğan, zamanla gerçekler ve de yalanlarla kardeş olan. Toplumdan topluma, hatta aynı toplumda insandan insana değişen değer yargıları. Yıllara göre değişen sanrı, bazen mahalle baskısı çoğu kez de toplum dayatması. İnandığın doğrunun başkasının yanlışı olması, içinden yükselen ‘dur, yanlış yapıyorsun’ sesinin doğru diye ayakta alkışlanması. İki nefes arasından ibaret ömrün, bu iki kelimeyle sınırlanması. Doğru var diyelim, yanlış da, peki ama neye göre, kime göre?
İnsanlarının bir araya gelerek oluşturdukları değer yargılarıdır, doğrular ve yanlışlar. Çoğunluk kararına göre belirlenmiş, ahlaki kurallarla sabitlenmiş, biraz din biraz da etik öğelerle süslenmiş genel geçer kurallardır. İyi de fikrimiz sorulmadan, gıyabımızda karar verilen bir çoğunluk kararı nasıl bizim doğrumuzu yanlış, yanlışımızı doğru diye yargılayabilir ki. Çoğunluk belirliyorsa ölçütü, azınlık ne yapacak, başkalarının doğrularıyla yaşayıp yanlışlarını yok mu sayacak ya da kendi doğrularına inanıp gerisine takılmayacak…
Bakarak öğrenilseydi, kediler kasap olur denir. Yaşamadan bilemez insan, doğru ve yanlış ancak yaşayarak öğrenilir. Yaşamak da ince iştir hani, öyle şakaya gelmez. Yaşayacaksan hakkını vererek yaşayacaksın, öyle ucundan tutarak değil. Adam gibi gireceksin yaşama, hani diyorlar ya bodoslama, işte tam da öyle. Gardını alıp koruyacaksın kendini, inadına düşmeyerek, eğilmeyerek. Bazen hayatın ters bir kroşesiyle burun buruna gelsen, gelmekle de kalmayıp yumruğu yüzünün ortasına yesen de, ona kadar kalkacaksın yerden, dağılan parçalarını toplayıp başlayacaksın yeniden. Anlayacaksın nerede yanlış yaptığını, doğru yapıyordum diye düşünürken önceden…
Yaşıyorum işte deyip geçmeyeceksin. Sanma ki insan yaşıyorlar, gidiyorlar. Yok öyle bir şey. İnsanlar çok nadiren yaşıyorlar, bazen sadece var oluyorlar, bazen de yaşıyormuş gibi yapıyorlar. Kendi hayatlarını karşıdan izliyorlar. Karar alıyorlar sanıyorlar oysa başkalarının kendileri adına aldıkları kararlara uyuyorlar. Gücü, nüfuzda, parada, soyadında sanıyor, yüreği es geçiyorlar. Figüran oldukları bu hayatta, esas oyunculara imreniyorlar. Hâlbuki yaşamak, kazası olmayan tek ibadet ve insanoğluna verilmiş en büyük nimet, kıymetini bilmek gerek...
‘Yaşamak görevdir, bu yangın yerinde. Yaşamak insan kalarak’ diyor ya Ataol Behramoğlu, yaşamak lazım, hakkını vererek. Geceye rağmen, buğulanmış cama güneşi çizmeyi deneyerek. Buz tutan hayallerinin, bahar dallarında yeşermesini bekleyerek. Gerçek aşkı tanıyacak kadar şanslıysan eğer, bütün kalbin, bedenin ve ruhunla severek. Serseri yalnızlıklarınla sessizliğin sevişmesini dinlemek yerine, sevdiğinin bedeninde kaybolmayı düşleyerek. Aksi takdirde yıldızlara üfler, söndürürsün birer birer. Güneş kucağındadır, bilmiyorsundur meğer. Acılı bir aşk sonatı, ağlatıyordur kemanı, duymazsın. Kocaman bir sevdadır yaşadığın, anlamazsın. Ve bir gün uçup gider, koşsan da tutamazsın…
Kendi kurallarını kendin yaratırsın, yoksa başkalarınınkine uymak zorunda kalırsın. Tırnaklarını geçirip yaşama, sımsıkı tutunacaksın. Med-cezirler bitip de gözlerinin suyu çekildiğinde, inan tüm dertler bir bir bitecek. Mühim olan hayatta dik durmayı öğrenmek, çünkü birileri gelip seni mutlaka itecek…
Hakkını vererek yaşayacaksın hayatı, çizginde yürüyerek. Sabahların uzak olduğu gecelerde, yorganı üzerine çekip ben elimden geleni yaptım diyerek. Çünkü düşüncelerin ne ise, hayatın da odur ve hayatını değiştirmek istiyorsan önce düşüncelerini değiştirmen gerek.
Bizler test çocuğuyuz, üç yanlış bir doğruyu götürür diye öğretildik de, üç doğru bir yanlışı götürür mü hayatta, bakacağız artık. Nasıl mı, tabii ki yaşayıp görerek…
Cansen ERDOĞAN