“- İngilizce sınavına çalıştın mı ? –Matematik sınavına çalışmaktan zaman kalmadı ki…”
“- Edebiyatçı bana taktı, diyeyim size ya, sürekli azarlıyor baksanıza…”,
“-Bırak edebiyatçıyı da, yan sınıfa bu sene gelen çocuk senden mi hoşlanıyor ne, bayrak töreninde bakıp bakıp duruyordu, fark etmedim deme…
“-Bilgisayar sınavında sınıf olarak topluca kopya çekecekmişiz, hazırlıklı ol, kadın kazıkçı biliyorsun, yeriz ayvayı…”
Yıl 1988, orta hazırlığın ilk günleri, şaşkınız korkuyoruz, sınıfları doldurmuşuz. Uzun boylu, muzip, cin gibi gözleriyle kendini belli eden bir kız var ileride; Nam-ı diğer Kalemity Jane.
Akıllı, çalışkan, yaramazlıkta da kimseden geri kalmayan. Bir yıl sonra biri daha katılıyor mevcuda;
Zeki, çılgın, özgür kız. Derste canı sıkılan, sıkılınca da bir bahane bulup dışarıda dolaşan, farklı fikirleri, özgün düşünceleriyle kalbimi kazanan…
Aradan tam 28 yıl geçti…
Birlikte büyüdük biz, gözyaşlarımızı sildik birbirimizin, mutluluklarına sevindik. Koskocaman bir okul hayatı geçti üstümüzden, iki doktor, bir avukattık artık.
Anne olduk, eş olduk, işkadını olduk en iyi de dost olduk; kopmadık hiç, hep birlikte olduk…
Şimdi ise her sene yabancı bir ülkede dört gün bir araya gelip, unutuyoruz kim olduğumuzu. Çocukluğumuza dönüyoruz, geçmişi anıp, şimdiyi yorumluyoruz.
Yılın bu en çılgın, en eğlenceli, en keyifli zamanını sabırsızlıkla bekliyoruz.
Mevzu çook, biz birbirimizi 12 yaşından beri tanıyoruz
Bu sene rotamız Alsas Şarap Yolu’ydu. Adı bile güzel değil mi?
Bu rota birbirinden şirin kasabalar, bağlar, tadım yapılabilen bine yakın şarap üreticisi ve muhteşem manzaralarla dolu bir yol. Bu yol üzerinde 70 tane şarap üretimi yapan köy bulunuyor. Köyleri gördükten sonra tası tarağı toplayıp buradaki köylere yerleşmeyi düşüneceğinize eminim, biz düşündük valla…
Yolculuk Basel’e üç saatlik bir uçak yolculuğu ile başladı. Basel, enteresan bir yer, havalanından üç ülkeye çıkış var; Almanya, İsviçre, Fransa. Nereden çıkış yaptığınıza dikkat etmek gerekiyor çünkü geri giriş oldukça zor. Basel’den 10 dakikalık bir araba yolculuğu ile St Louis’ a gittik ve oradan da yaklaşık yarım saat süren tren ile Colmar’a ulaştık.
Colmar, İsviçre- Fransa sınırında, Colmar Şarap Yolu’nun en merkezi konumda olan ve en büyük şehri. Büyük dediğime aldanmayın, minicik köylere göre büyük. Rengarenk evleri o kadar güzel ve şirin ki, masal kitabından fırlamış gibi. İnsanda “buralar gerçek olamaz” hissi uyandırıyor, sanki turistik amaçla yapılmış gibi, içinde gerçek insanlar yaşamıyormuş gibi… Uzun uzun yürüdük minicik evlerin, çiçekli sokakların arasından. Yerel bir pizzacıda, saatlerce konuştuk, şarabın dibine vurduk. Yoğurt falan da olaydı iyiydi, neredeyse gıybetten zehirleniyorduk.
Colmar’ın en güzel yeri, Petite Venise yani Küçük Venedik kısmıydı. Kanal kenarında evlerin olduğu, bir uçtan bir uca yaklaşık 500m. Kanalın kenarında oturabileceğiniz birkaç tane de restoran var. Venedik görünümlü bu yerde, aşka kalktı kadehler, ayrılıklar sorgulandı, biz konuştuk, hayat dinledi…
Ertesi sabah erkenden Strasbourg’a doğru yola koyulduk. Tren yolculuğu boyunca burnumu cama dayayıp önümden hızla geçen yollara, dağlara, ağaçlara, insanlara baktım. Şehirler büyüdükçe, yürekler küçülürmüş; Ne küçücük kalmışlar meğerse, metropol kaosunda ne üşümüş, üzülmüşler… Strasbourg, sakin bir kent. Kendini Gaudi’nin meşhur Sagra de Familia’sı zanneden kathedralinin karşısında, alışveriş aşkıyla yanan üç kız gördüyseniz, işte o bizdik.
Seyahatin en güzel kısmı üçüncü gündü çünkü aşık oldummm !
Evet, ben hayatımda ilk kez bir yere aşık oldum. Kiraladığımız araba ile Colmar’dan yola çıktık ve ben; "Masalda mıyım, hayatta mıyım, ben bende değilim, fenalardayım" ile Alice’in harikalar diyarına pardon Eguisheim, Riquewihr ve Kaysersberg kasabalarına ulaştık. Bir de Paris’i romantik zannederdim, peh... Film setinde mi, bir öyküde mi yoksa aslında olmayan, hayal ettiğiniz yerde mi olduğunuzu ayırt edemediğimiz yerlerdi buralar. Bu minik Fransız köylerinin, arnavut kaldırımlarında, “Hayal ettiğiniz her şey, gerçektir” sloganıyla dolaşırken kaybettiklerim içinde en çok kendimi özlediğimi fark ettim ve en az kendi değerimi bildiğimi, en az kendi hayallerime özen gösterdiğimi, hayatta yapılacak o kadar çok hata varken, aynı hataları yapmakta ısrar ettiğimi. Gönülden verdiklerimin görevim haline geldiğini, alttan alıp affettikçe, kabullendiğimi, at gözlükleriyle bakmaya devam ettikçe çüş denmesinin rahatsız etmemesi gerektiğini…
O küçücük köylerde, asma altı kafelerde, en sevdiğim üçlü; Şarap-peynir-pizza eşliğinde müsvette yaşamamaya karar verdik artık hayatı, temize çekmeye fırsat olmayabilir!
Ha bu arada yörenin baskın üzümü Pinot Noir….
6’sı beyaz 1’i kırmızı olmak üzere 7 çeşit üzüm yetiştiriliyor.
Beyaz şarapla çok aram olmamasına rağmen Pinot Blanc’a BA-YIL-DIM.
Degustasyon ayağına bünye şaraba doydu, şarap bünyeye…
Çocukluğumuza kalktı hep kadehler; geçmişe, bugüne, geleceğe…
Ne garip, çocukken her şeyin sahibi olmak için büyümek isterdik şimdi ise her şeyden uzak olmak için hep çocuk kalmak istiyoruz. Tırnağı kırılınca kıyameti koparan kadınlardan olup hayatı kolay yaşamak varken, başına ne gelirse gelsin güçlü, kendi kendine yeten kadınlardan olmayı seçtik, şerefe o zaman, iyi halt ettik dedik. Üzerinde durmadığımız çoğu şeyin affettiğimizden değil, boş verdiğimizden olduğunu kendimize itiraf edebildik. Ve el üstünde tutulmak için tabuta girmenin şart olmadığını nihayet idrak edebildik…
Gezi bitti, döndük evlerimize.
Hayattan bir dört gün çalmış olmanın sonsuz huzuru var yüreğimizde.
Dinlendik, eğlendik, güçlendik.
Şimdi önümüzdeki senenin planlarını yapıyoruz.
Daha yatırılacak derin konular, hassas mevzular var.
Fark ettik ki, kendimiz istemedikçe bizi yıkamazlar.
Kıskananlar, kuyu kazmayan çalışanlar hep olacaklar.
Bizim de aşağı çekmeye çalışanlara, arkadan konuşanlara ve mutluluğumuz çalanlara ithaf bir şarkımız var;
“Entarisi dımm dımm yar, vallahi çok da tın tın yar…”
CANSEN ERDOĞAN
twitter : @cansenerdogan
instagram : cansenerdogan
instagram : cansenerdogan
Snap chat : cansencann