Hep yapınca deli, çok yapınca neşeli, az yapınca düşünceli, hiç yapmayınca depresif dedirten eylem. Bilemediniz mi, peki bu aralar yapmayı en çok unuttuğumuz şey desem? Evet, gülmekten bahsediyorum pardon gülememekten…
Yüksek sesle güldürenler, sessiz sedasız gidiyorlar birer birer. Kemal Sunal ile ölüvermişti çocukluğum içimde sanki. Zeki Alasya, dostluk, kardeşlik ve birliktelik mefhumunu da yanında götürdü gibi. Şimdi de Levent Kırca topladı tasını tarağını, aldı yanına kara mizahı, düştü onların ardına…
Huzur nedir bilememiş, ağlamaktan gülmeye bir türlü geçememiş, acıyla yoğrulmuş Anadolu bağrında, kavgadan kardeşliğe erişememiş memleketim için tabuların en büyüğüdür gülmek. ‘Çok gülene deli derler’ ya da ‘Karı gibi gülme’ diyerek baştan çökerler kalbinin en içten köşesine. ‘Çok güldük, başımıza bir şey gelmesin bari’ diyerek korkmaya şartlandırılmış bir neslin evlatlarıyız biz. Mutlu olmaya hakkımız yokmuş gibi, gülmek de neymiş, neyimize gerekmiş gibi kemiğe dayanmış bir vicdan azabı içinde bastırmak adettendir onu, örftür, gelenektir.
Gül- emek ikilisinin pozitif bir birleşimi olsa gerek gülmek. Emek harcarsın, yanaklarda güller açtırırsın, işte bu kadar. Güzel kalçalardan, kaslı bir vücuttan çok daha seksidir karşı cinsi güldürebilmek. Doğrudan zeka işidir çünkü, herkes güzel olabilir ama herkes komik ve eğlenceli olamaz.
En güzel, en kaliteli eleştiri silahıdır güldürmek öte yandan. Osmanlı imparatorluğu döneminde padişahlar, hiciv ile eleştirilirken zamanla mizaha bırakmıştır yerini.70’li, 80’li yılların çocukları olarak hatırlarsınız dönemin hükümetleri, yöneticileri ile ilgili karikatürleri, esprileri, parodileri. Kara mizahın duayeni Levent Kırca, bu hicivsel eleştirinin en bilineni.
Yirmi yıl boyunca yaptığı televizyon programında ev kadını, sarhoş, gazeteci, işçi tiplemeleriyle yönetilenleri, antrenör, başbakan, cumhurbaşkanı, milletvekili taklitleriyle de yönetenleri eleştirmiş, ağlanacak halimize güldürmüştür bizi. Özal, Demirel, Çiller, Erbakan taklitleriyle büyüdük biz, onlarla birlikte, onlara güldük.
‘Size kızmıyorlar mıydı, kanalı kapattırmakla tehdit etmiyorlar mıydı’ diye sorulmuş Kırca’ya bir röportajda. ‘Belki içlerinden kızıyorlardır onu bilemem ama ne güzel yapmışsın taklidimi diye mutlaka bir şekilde tebrik ediyorlardı arayıp ya da çağırıp. Bazen basının karşısında, bazen kapalı kapılar ardında kutluyorlardı’ diye cevap vermiş o da.
Ama cevabın can alıcı kısmı şurası;
‘Bakılacak olduğunda kimse istemez kendisiyle dalga geçilmesini, ama akıllı insan bilir ki özgüven dediğin, kişinin kendi kendisiyle dalga geçebilmesi, geçilmesine de müsamaha gösterebilmesi… O yüzden de kendilerine olan güvenlerinin tam olduğunu göstermek, sanata saygılı olduklarını ifade edebilmek adına değil yasaklamak, aksine destekliyorlardı beni’…
Faşizmin kol gezdiği, diktatörlükle yönetilen toplumlarda siyasi mizah yasaklanır. Gazetelerde, dergilerde, yazılı-görsel basında, televizyonlarda yöneticilerle ilgili espri yapmak kimin haddine. Ya o gazeteye maliye gelir, ceza kesmek için teftiş yaptırılır, ya o televizyona gidilip kanal kapattırılır. Değil taklit yapan, taklit yapanı seyreden ‘makul şüphe’ den içeriye tıktırılır. Bu durumlar da halkın yapacağı iki şey kalmıştır; Ya seçimlerde tatile değil oy vermeye gidecektir ya da buyrulduğu gibi ‘anasını alıp gidecektir'.
Gülmek, yaşam denen uzun zaman döngüsü içinde, ömür denen bize ayrılan sürede, ciddiyet ve formalitelerden alıp götüren, yürekten yanaklara kırmızı hayat fışkırtan ve kişiyi o an ‘gerçekten’ yaşatan eylem, akılla kalbin kurallara galip geldiği en büyük devrimdir. Yürekten kopan kelimelerden biridir o, sadece yüzdeki bir izden ibaret değildir.
Yüzyıllar geçse de, çağlar değişse de, hükümetler gitse, yerine başkaları gelse de her şeyi evet her şeyi, sevmeyi, sevişmeyi hatta düşünmeyi engellemek için didinseler de gülmeyi silemeyecekler içimizden. Siyasetin prangalarla bağlı naraları arasında olacak yine gülmeler. Kahkahalar asılı kalacak asma çardaklarda, üzüm bağlarında.
Bir ‘büyüğe’ danışacak yine rakı kadehleri, tılsımlı sözcüklerle şiir olup dolaşacaklar dillerde, kaderin belli olacak seçimlerde.
Gülmeyi unutan yaşlı gözlere, mutluluktan haber verecek mi dilek taşı bilmem ama, bildiğim bir şey var, o da;
‘Son gülen, iyi güler’…
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan