Evet mi, Hayır mı?
Gün içinde ne kadar çok kullandığımız, kullanırken farkına varmadığımız, aslında önemsiz gibi gözüken hâlbuki ne kadar da önemli iki kelimedir “evet” ve “hayır”…
Yapılacaklar, yapılmayacaklar, izin verilecekler, verilmeyecekler belirlenirken çıkar iki dudağımızın arasından; evet yâda hayır.
Kullandığımız bu evet ve hayır, çoğu kez kendi şahsi hayatımızı etkiler kökünden; Evlenme teklifi sırasında “benimle evlenir misin?” sorusuna verilen ‘evet’ ya da ‘hayır’ cevabı gibi…
Bazen de bir toplumu, bir milleti etkiler, kullanacağımız bu iki sözcük, tıpkı haftalardır süren referandum tartışmalarında, bir panayır yerindeymişçesine…
“Şşşştt bayan, bakar mısınız, ‘evet’ deyin olur mu”, karşı taraftan başka birinin de; “biz daha önce geldik bayan, ‘hayır’ deyin” demesi gibi…
Her tarafta rengârenk flamalar, üzerinde kocaman “evet”ler, “hayır”lar…
Evet’çilerle hayır’cıların hunharca söz düellosuna giriştiği televizyonlar, radyolar…
Kitleleri peşlerinden sürükleyeceklerine, duydukları güvenle, oylarının rengini açıklayan işadamları, sanatçılar…
Ve tüm bu olup bitenleri şaşkınla izleyip sanki evet-hayır yarışmasında, başını ‘emme-basma tulumba’ gibi sallayarak oylayan vatandaşlar...
Referandum; özgür irade zannıyla yapılan dayatma, demokrasinin yumuşak karnı…
İkiyüz trilyon bedelli, ama yüzyıl kadar değerli halk iradesi.
Referanduma sunulacak konu ile bu konuya dair verilerin halka açıkça anlatıldığı durumlarda, demokrasinin en işe yarar silahıdır referandum, aksi halde siyasi bir araç, tehlikeli bir silahtır.
Devletin, halkına bahşettiği en büyük anayasal haktır, ama bu halkın, neye evet, neye hayır diyeceğini bilmesi de en büyük vatandaşlık hakkıdır.
“Sivil anayasa geliyor, darbe yolu kapanıyor, anayasa mahkemesinin yapısı, hâkimler ve savcılar yüksek seçim kurulunun statüsü değişiyor” diyerek evde, çarşıda, pazarda bir bayram havası estiriliyor.
Sanırsınız bu milletin tek derdi anayasa değişikliği. Hâkimlerin seçilme prosedürü çözümsüz kalan tek problemi.
Memur, işçi ‘açız’ diye sokağa dökülürken, üniversite bitiren genç, işe girmek için kırk kapıda ahiret sualine maruz kalıp eli boş kalıyorsa, yazılı sınavı kazanıp mülakatta, amcası, dayısı olan işe alınıyorsa, insanlar, hala sözlerinden dolayı yargılanıyorsa, Türklüğümüzle gururlandığımız ünlü Göktürk efsanesi Ergenekon, soğuk hücreleri, kelepçeli elleri hatırlatıyorsa artık, kafamıza ‘balyoz’ gibi iniyorsa inandığımız tüm değerler, nesine sevdalanmalı bu referandumun, nesine umut bağlamalı…
Yoksa sadece, eskiden kafadan sosyalist, cepten emperyalistler düşüncesi vardı da, şimdide kafadan muhafazakâr, cepten emperyalistle var mı demeli…
Feodal düzenin yüzyıllardır yıkılamadığı kocaman bir coğrafyanın içinde bulunduğu bir ülkede, bu feodal düzeni yıkmaya gayret tek bir adım atmayanların, evet’cilerin ve hayır’cıların, gerçek demokrasiyi getirebileceklerine inanmak ne derece mümkün…
Binlerce yıldır, toplumların her zaman ayrık otu olarak gördükleri felsefeciler ve düşünürler, toplumun nasıl yönetileceğine dair kuramlar üretmişler, yaymaya ve oluşturmaya çalıştırmışlardı.
Ancak normal rutin düzende, politikacıların salt çıkarlarıyla bağdaşmayınca, daha doğru bir tabirle, halk menfaati çok ön plana çıkarılınca, her zaman istenmeyen adam, dışlanan figür olmaktan öteye gidememişlerdir. Oysaki bu filozofların kuramları, içinde yaşadıkları toplum ve kurdukları kişisel ilişkiler hakkında derin eleştiriler içerirler. Hatta ilk etapta “fantastik” görünen öğelerin, daha sonra bir değerlendirilmesi yapıldığında, bu fantazyaların birer “öngörü”ye dönüştüğü ve binlerce yıl sonra, şu anı yansıttıkları görülecektir.
Thomas More'un ‘Ütopya’sı, Eflatun'un ‘Devlet'i, Aristo'nun ‘Politika'sında bu doğrudan görülecektir.
Ama rengârenk bayraklarla, çalınan marşlarla, büyük harflerle vaat edilen aydınlık ve müreffeh bir Türkiye için yola çıkan evet’ciler ve hayır’cıların bu eserlerin bir tanesini dahi okumadıkları gerçeği karşısında söylenecek pek de bir şey kalmıyor, sadece bu filozoflar için “nur içinde” yatın demekten başka…
Demokrasi bir bilinçtir ve doğduğunda hazır değildir, emekle kazanılmalıdır ki, değeri farklı, anlamı belli olsun. Öyle her iki cümlede bir kullanılıp ziyan edilmesin, çöpe gitmesin.
Evet’ciler, hayır’cılar…
Elde oy pusulaları, sandık aşına gitmeden önce şunu düşünmek gerek; Kurucu meclis ile vücut bulmuş bu cumhuriyetin temel nitelikleri nelerdir ve bu temel ilkelerin savunucusu olmak istiyor muyum?
Yâda devrim yasaları nelerdir, neden gerek duyulmuştur, devrim şart mıdır?
Gün içinde ne kadar çok kullandığımız, kullanırken farkına varmadığımız, aslında önemsiz gibi gözüken hâlbuki ne kadar da önemli iki kelimedir ‘evet’ ve ‘hayır…
İşte bir pazar günü, parmaklarınızın ucundan çıkacak bir “evet” ve “hayır”, sadece sizi, yakın çevrenizi değil, torunlarınızı, onların çocuklarını etkileyecek.
Bir düzen değişecek ve buna siz karar vereceksiniz...
Kullanın oyunuzu, deyin evet’inizi, hayır’ınızı…
Ve oy pusulanızı atarken sandığa, bir milletin kaderinin parmak uçlarınızın arasında olduğunu unutmayın. Var mısınız o halde, yani;
Evet mi, Hayır mı?
Cansen Erdoğan