Ey Aşk;
Nasılsın, ne edersin? Bizler bıraktığın gibiyiz desek, ne dersin? İnanmazsın tabi, gülüp geçersin. Haklısın, değiliz aynı; Özlesek de seni, özlemesek de, dargın olsak da, biraz da kırgın, dilimizde hep aynı melodi; Biz seni affettik aşk da, aşk herşeyi affeder mi? Üzülüyor muşsun; ‘insanlar, arkamdan sövüp duruyor, hor görüp saydırıyor’ diye. Öyle söylüyor, zeval olmaz diye laf söyletmediğin elçiler; gözler ve sözler… Çok da haksız değiller, yüreklerini açmış ve gazabına uğramış beşerler. Hiç umulmadık bir anda girip yangınlar çıkarıyorsun yüreklerde, kibritle oynayan çocuklar misali. Aşkın ateşi deyip umursamazken, küle çeviriyorsun kalpleri ve sana dair tüm hayalleri. Kor olmuş tüm renkleri, yaşatmaya çalışıyoruz seni, sağanak yağan sevda yağmurlarında, ama ne fayda… Arkandan bakakalıyoruz sana, hızla kayıp giderken yüreğimizin logar kapaklarında… Sen de şaşırıp duruyorsun nasıl bu iş diye; ‘Ne kadar üzüp tarumar etsem de, onlar yine benim peşimde diye’…Oysaki bizler, çok da takılmadık senin gel-geç gönüllülüğüne, aksine yüreğimizde bıraktığın izleri sevdik umarsız, hesapsız. Sevilenin adında heceledik, ilk harflerini ve hoyratça örselenmiş hayatlarımızda, bir tek sana tutunduk çaresizce. Kor dudaklarda, ateş kırmızısı buseler biriktirdik sana sunalım diye, yüreğimizin ayazlarında, sana sarıldık, üşümeyelim diye. Güneş gibi doğarken kalbimizin sabahlarına, senin ışığına mevzilenen ve vuslatı arzu eden başak taneleri gibi omuz verdik düşlerimize… Düşesin düşlerimize, tutamayana aşk olsun diye… Tutmadık mı söylesene! …Tuttuk be aşk; Bir an önce büyümek isteyen çocukluğumuzu, başucumuzdaki kırık dökük bir sağanakla yağmurun unuttuğu bulutu, mavi bir meltemle bir yerlerde asılı kalmış huzuru tutamadık da, bir seni tuttuk aşk; Bir seni, bir de yüreğin uçurumlarında düşmemek için direnen sevileni. İşte ondan, sevgiliye ‘yar’ denmemiş midir ki… Biz seni artık tanıdık aşk; Adi bir hırsız girip içimize, çalsan da kalplerimizi, asil gidişine yanmıyoruz artık. İçinde sen geçen tüm kelimeler sis giyinse de, biz her şeyden soyunup seni giyiniyoruz. Uykuları paylaşıyor seninle, uykusuz kalıyoruz gecelerce. Biraz kızıl, biraz mavi renklere boyayıp ayrılığı, içine bolca yaş katıyoruz. Makyajı akmış uvertür bir şarkıcının kırışık yüzüyle baksan da, biz seni hep çok güzel buluyoruz. Ve artık seni bir bilene değil, ancak yaşayana soruyor, yaşayanda buluyoruz. Çoğu kez sensiz de sürüyor beraberlikler, birliktelikler, evlilikler. Alışkanlık zindanlarına hapsolmuş korkak bedenler, çaresiz yürekler. Hayata yeniden başlamaya gücü olamayanlar, toplumun köhne yargılarını baş tacı yapanlar… Hayatı ıskalama lüksü olanlar, onlar. Bir zamanların yaşanmışlıklarına sığınıp, çarpmayan kalplerle yaşayan ama aslında çoktandır yaşamayan insanlar. Onca şarkı, şiir dolaşsa da dillerde, naftalinlenip sandığa kaldırılmış, uzaklara atılmış yüreklerdir onlar… Olsun; hayatı ıskalama lüksü olmayanlar da var bizler gibi. Belki sensiz de yaşanıyor hayat, ama seninle olduğu gibi mi? Yağmur herkese yağar da, çok az insan tutabilir ancak, yağmurun küçük ellerini… Özlemek yoldaş olmuş sana; bazen varlığında, bazen de varlığında can bulduğun yarda. Bu, canını acıtıyor insanların hala; Özlemek güzel, özlenen gelebiliyorsa, ama ya gelemiyorsa… Yokluğunda oluşan hüzünlü çizgiler, çiçek açmış gamzelerin arkasına saklanıyor artık. Yalnızlık, çoğu kez sensizliği düstur edinenlerin güneş girmeyen yüreklerinde, bazen de etrafındaki kalabalıkla, kalabalıklar içinde yalnız olanların vicdanında. Ateş olup yaksan da, deniz olup boğsan da, fırtınalar koparıp yeri göğü yıksan da sen hep beklenensin, sevgiye inanan, yüreğine saygı duyan insanların duygu sığınaklarında… Ve herkes aynı sevemez; kimileri kalbinin yettiği yere kadar sever, kimileri gururunun, kimileri de ömrünün yettiği yere kadar… Ey Aşk; Sen gittin gideli, filiz vermiyor kalbin sevda başakları. Senin yerini alan, artık başkaları… ‘Seni Seviyorum’ cümlesinin, sen’i öldü, cümle’mizin başı sağ olsun, diyor şair, başı öne eğik. Kalbin hazan yangınları, kül etmiş aşkı sevdayı. Yitip giden gerçek sevgilerin, sahip çıkılmayan sevdaların salaları duyulurken mahşer yalnızlıklarında, cenaze namazları kıyılıyor yüreklerin, feryat figan ağıtlarla Mektubum burada sona eriyor aşk… Hiç beklemediğimiz bir zamanda, sinsice girip dağıtsan da kalbimizi, seviyoruz seni. Kızsak da, kırılsak da bekliyoruz yine de sevgini. Telli duvaklı sevda türküleri, kanatsa da dilimizi, kör kuyulardan, derin yarlardan düşmeyi göze alabiliyorsak hala uğruna, bunun ismi, yerçekimi değil de, yar çekimi değil mi, söylesene bana… Bir kelebeğin tül kanadında gözlüyoruz seni; bir şiirin mısrasında, şarkının nakaratında, güneşin ışığında… Ama artık büyüdük, sakın unutma; Acı ve mutluluk arasındaki ince doğruda; aşk uğruna ölmeyi değil, uğruna ölünecek aşkı arıyoruz umutla, gelirsen eğer, bunu da aklından çıkarma… Sevgilerimle, İmza; KALBİMCansen ERDOĞAN