Küçük bir çocuğun gülüşünde saklıdır huzur. Büyürken duygu denizlerindeki med-cezirlerdir, fırtınaları… Sonra biraz daha büyür, hayat biraz daha karmaşık gelir ama bir o kadar da özgür. Hayat basitleşmeye başladığında, o beynini esir alan hırslar, bedenini kuşatan ihtiraslar da son bulur.
Çünkü hayat, artık o kadar da kocaman değildir;
Zaman geçmiş, şifreler öğrenilmiştir.
En önemli şifre ise;
Hayatta ne kadar yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımız önemlidir…
Hayatı algılayış bakımından çocuklukla gençlik, gençlikle yetişkinlik, yetişkinlikle yaşlılık birbirinden tamamen farklıdır. Bir evrede olaya, duyguya karşı verilen tepki, diğer evrede tamamen farklı olabilmektedir.
Örneğin sevmek…
Çocukken sevmek; anneyi, babayı, yatılan yastığı ve de oyuncakları sevmekten ibaretken gençlikte, hayran olduğun artisti, sevgiliyi, yari ve asıl aşkın kendisini sevmektir. Biraz daha büyüyünce insanoğlu, karşılıklı sevmeyi keşfeder. Sevgi, karşılıklı olunca sevmeye değer. Karşılıksız sevgiler, kalpte erir, kana karışır yok olup gider. Sevmek, belki de en güzel, hayatın ustalık zamanı eseri olan yaşlılıkta güzeldir. Hırslar yoktur; ‘O, beni sevsin’ diye, Kaygılar da yoktur artık; ‘Acaba beni seviyor mu, yoksa sevmiyor mu’ şeklinde. Ve tabii ki karşılıklı olma derdi de kalkmıştır ortadan; ‘Ben onu seviyorum, o beni benim kadar seviyor mu?’ sorusu yerini şuna bırakmıştır; ‘Ben gerçekten seviyorum, o beni sevse de sevmese de’…
Gerçekten de bir tırtılın, kozasından çıkarak kelebek olana kadar olan çaba ve uğraşına benzeyen hayatta var olma savaşı, tırtılın kelebek olup çiçekleri sevmesi, çiçeklerin ise onu sevip sevmemesine aldırmamasına benzer. İnsan, büyüme serüveni sona erip sakinliğin taştan merdivenlerinde oturduğunda, geçmişi düşünüp hafızasını yokladığında kimlerin onu nasıl sevdiği ya da sevip sevmedikleri değil kendinin nasıl sevdiği ve de ne kadar yürekten sevdiği gelir akla…
Sevmenin aşk hali, sevilenin sevgisinin çok da mühim olmadığı haldir. Seven, sevilen için de seviyordur muhtemelen. Beklentisiz ve karşılıksız, pazarlıksız olduğunda çıkagelir aşk. Tıpkı ay gibi... Ay ışığını güneşten alır ya, hani güneş olmazsa ay da gözükmez. Ama ayın ışıksız gözükmemesi onun var olmadığı anlamına da gelmez. O hep ordadır. Sadece ışığının ardında gizlenmiştir
Zamanın var olmadığı zamanlardan birinde, Ay uzaklarda bir deli yıldıza kaptırmış gönlünü. Aşk bu ya ne uzaklık bilir ne de suale gelir. Olmuş işte. Ama ümitsizdir bir o kadar da, çünkü gökyüzü karanlıktır ve uzaktır ona, pırıl pırıl yanan Yıldız. Uzun zaman sürer umarsızlığı, ne kavuşabilir ne de unutabilir âşık olduğu Yıldız’ı… Kızar durur kendi kör karanlığına. Üzülür, kaderin bu zamansız manevrasına. Yakın dostu bulutla paylaşır, ağlar onun beyaz omuzlarında. İşte böyle zamanlardan birinde Güneş fark eder, dostu Ay’ın çaresiz aşkını. Üzülür. Üzülür ama eli kolu bağlıda kalamaz. “Ben” der ; “Sana vereceğim her gece ışığımı. Sen benim batmamı bekle yeter. Ben gökyüzündeki görevimi bitirince ışığım senin olur. Ama sadece ödünçtür ışığım her sabah geri almalıyım onu.” Ay sevincinden ne yapacağını şaşırır. Güneşe minnettar geceyi zor eder. Güneş batar batmaz alır ışığı ve geçer Yıldız’ının karşısına. Yıldız kendisinden daha parlak gözüken Ay’a bakar ve hemen o anda açar kalbini ona. Sabaha kadar bakışır ve mutlu olurlar. Ama sabaha kadar sürer vuslatları. Güneş alınca tekrar giysisini, Yıldız karanlıkta göremez olur Ay’ın gözlerini.
Ay şaşkınlık içinde bakar Yıldız’ına. O anda anlar gerçeği. Yıldız, karanlıkta görememektedir onu, ışığı olmayınca Ay da Yıldız için yoktur.
Ay o kadar üzülür ki, yanlış olduğunu bile bile her gece devam eder güneşten ışığını ödünç almaya ve her gece sabaha dek sürer Ay ile Yıldız’ın imkânsız aşkları. Ta ki bir gün yıldız kayana, yada gökyüzünde kaybolana dek…İşte o gün bugündür, ay hilal olup dursa da tüm güzelliğiyle, dolunay olup gökyüzünü arar, yüreğindeki ümitle. Belki yıldızını bulup da ona sarılabilir diye. Arkadaşı bulut ise, gözyaşlarını akıtır yeryüzüne bir de için de kopan fırtınaları…
Ayın gizemi ışığında saklıdır. O, sabahları ışıksız kalsa da yine de hep ordadır. Onun ışığı, söylenmedik sırları itiraf ettirir aşıklara. O kendi gizeminde saklar güzelliğini, karşılıklı da olsa, karşılıksız da olsa. Ya da sonu olsa da, olmasa da…
Bu gece ay sizin sevdanız için giysin ışığını ve sizin sevdanız için sunsun yıldıza aşkını. Siz ne kadar dürüst olursanız sevdiklerinize ve onlara olduğunuz gibi görünürseniz, belki de ay bu gece itiraf eder gerçekte kim olduğunu güzel yıldızına…
Unutmayın gerçek ışık içinizdedir, geriye kalan sadece sabaha kadar sürecek bir mutluluğun ödünç alınmış giysisidir. Ay kadar sınırsız sevin ve de ay kadar inadına.
İçinizde en derin karanlıkları barındırıyor olsanız bile, karşılaşabileceğiniz en derin acıyı çekecek olsanız dahi yine de sonsuz sevin; Hem kendi adınıza hem de onun adına…
Ta ki rüyalarınızın kıyameti kopana kadar…
Cansen ERDOĞAN