Şehir durgundu, biraz da yorgun…
Baharın gelişini şevkle karşılamış, hararetle alkışlamış sonrasında da alışmış bir halde uzanmıştı…
Güneş, bulutların arasında, bir görünüp bir kaybolarak saklambaç oynarken, kış boyunca parmak arası terliğe hasret kalmış sabırsız ayaklar ile beyaz t-shirtünü giyip kendini dışarı atanlar, arz-ı endam eylemeye başlamışlardı bile…
Ama bir miskinlik vardı işte, yalancı bahar güneşine kanmayan şehir insanları, keyifsiz bir sakinliğe bürünmüşlerdi…
İşte böyle anda, gidesim geldi şehirden uzaklara…
Topladım yüreğimin bavullarını, koydum içine kitaplarımı, umutlarımı, ruhum da sırtladı çantasını;
Düştüm yollara;
Egenin şımarık kızı Bodrum’a…
Ansızın toplamak eşyalarını, almak bir bilet ve gitmek uzaklara…
Bu ara özgürlüğün en bal tarifi bu gibi sanki...
Ve ara sıra herkese lazımdır bir şehri terk etme.
Zira, sürekli kalan olabilmek için öncelikle yeterince gitmiş olmak gereklidir…
Yokuşun başına gelip akşam güneşinin kızıllığında bembeyaz evlerini görünce, defalarca kez duyduğum heyecanı yine yaşadım içimde…
Ne güzel söylemiş Halikarnas balıkçısı yıllar önce;
Yokuşbaşı'na geldiğinde, Bodrum'u göreceksin…
Sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin….
Senden öncekiler de böyleydiler;
Akıllarını hep Bodrum'da bırakıp gittiler...
Aklım mı, kalbim mi orada kalan bilmem ama, ruhumun bir tarafı orada kalıyor ki, her seferinde o kalan tarafı tamamlamaya gidiyor bedenim şuursuzca…
Henüz sezon açılmamış Bodrum’da; öyle sakin, öyle kendi halinde ki…
Bir Bodrum sabahında uyanmak; çalar saatin sesi olmadan, bir yerlere yetişme telaşı, yetiştirememe korkusu olmadan…
Uyandım işte öyle bir sabahta…
Kızarmış ekmek daha bir güzel mi kokuyordu yada çilek reçeli daha mı tatlıydı bilmiyorum ama upuzun bir kahvaltı yaptım, geçen zamana inat…
Sonra giydim spor ayakkabılarımı yürüyüşe çıktım…
çiçek açmış portakal ağaçlarının kokusu geldi burnuma, kapadım gözlerimi…
Yüzümü okşayan tatlı bir meltem, tokadan kurtulan saçlarımı dalgalandırdı…
Ve ben o an anladım; Cevat Şakir’in neden 'Başka yerlerde ölüp nur içinde yatılacağına, burada nur içinde yaşanır…' dediğini ansızın....
Çarşının içindeki, dar, ara sokaklarda yürürken, henüz boyanmış beyaz badanalı bir evin kenarından sarkan pembe begonvillere takıldı gözüm, tutulduk birbirimize ilk görüşte…
Uzandım çiçeklerine, dokundum parmak uçlarımla…
Dayanamadım; iki çiçeğini kopardım usulca; birini hemencecik orada, iliştirdim saçlarıma, diğerini ise koyuverdim çantama...
Doğanın uyuyup, yerini ışık ve insanlara bıraktığı yaz geceleriyle, insanların uyuyup geceyi dalgalara bıraktığı kış geceleri arasında farklı bir zamandı yaşanan, bu hafta sonu Bodrum’da…
Gümüşlük’te balık yerken dostlarla, daha fazlaydı sanki kahkahalar…
Denizciler Kahvesinde içtiğim kahve daha köpüklü, yediğim dondurma daha taze, aldığım nefes daha derindi…..
'Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul' demiş Yahya Kemal…
Ben de görülebilecek en güzel yerden, Carpe Diem’in terasından baktım Bodrum’a, son akşam…
Hilal şeklindeki iki limanın arasında, bembeyaz uylukları, pembe begonvil dudaklarıyla davetkar şekilde uzanmış, işveli Bodrum’a…
Mumların yerleştirildiği fenerlerin altında, egenin enfes tadını duyumsarken, masadaki Bodrumlu Cemal kaptanın anlattığı hikayeye kulak kabarttım birden…
Yarım asırdır filmlere dahi konu alan, Bodrum hakimi Mefaret Hanım’ın hikayesini anlatıyordu Cemal kaptan…
'Mefaret Tüzün, Türkiye’nin ilk kadın hakimlerindenmiş. 1951 yılında Bodrum'da göreve başlamış. Keşiflere at sırtında gidip gelen hakime hanım, cesurluğu ve girişimciliğiyle kısa zamanda yöre halkının sevgisini kazanmış. Bir gün aşık olmuş bu güçlü, gözüpek kadın. Ama aşık olduğu adam, karanlık dehlizlerde yol alan, suç işleyen Ömer Ağaymış. Bu muhteşem hakime hanımın hiçbir zor karşısında eğilmeyen başı sonunda bir aşka yenik düşmüş; Ya sevdiği adama ölüm cezası verecekti, ya da.....
İkinci yolu seçmiş Bodrum Hakimi; kendini asarak hayatına son vermiş. Bu ölüm, Bodrum'da büyük üzüntü yaratmış. Bodrumlular, Hakim'e olan sevgilerini adına bir türkü yakarak yaşatmaya çalışmışlar. O gece ,Carpe Diem’in eşsiz manzarası eşliğinde rakı kadehleri, Bodrum Hakimi Mefaret Hanım ve hazin aşkına kaldırıldı, arkadan duyulan türküyle;
'Bodrumlular erken biçer ekini..
Feleğe kurban mı gittin Bodrum hakimi…
Nasıl astın Mefaret hanım kendi kendini…
Altın makas gümüş bıçak ile doğradılar tenini”…
Ertesi sabah, hayatın üç günlüğüne ödünç verdiği yalnızlığını iade etmek üzere şehre doğru uçağa bindiğimde; bulutların arasında birbirine sarılmış el sallayan Mefaret hanımla Ömer Ağayı gördüm sanki…
Yine gelmek üzere göz kıptım onlara…
Ve avucumu açtım; az önce çantamdan çıkardığım pembe begonvil çiçeğine gülümsedim…
O beni anladı…