Kocaman, büyük iskele… Demirli bembeyaz gemi, duyulan tiz düdük sesi…
Ayrılan eller, sallanan mendiller. Yarım kalan cümleler, sus gelen diller. Ve demir almak vakti gelmiş limandan, içinde giden birçok insan… Gemi ağır ağır yarıp giderken mavi suları, tepesinde çığlık çığlığa uçuşan kuşlara takıldı gözüm. Sahi göçmen kuşların mevsimi gelmişti güzle beraber; gitme vaktiydi sıcak iklimlere, uzak yerlere. Gitmek belki de dönmemek vakti… Şehre dönme vakti yaklaştıkça bu ara, gitme isteği basar oldu uzaklara. Seneleri, sevinçleri, hüzünleri tek tek katlayıp sığdırmak valizlere ve yüklenip onları gitmek meçhullere. İyi güzel de, gitmek niye bu kadar zor gelir, ağır olan valizler mi yoksa içindeki seneler midir?… Gitmek… Bir evden, bir kişiden, yürekten, şehirden. Kangren olmuş kalbi kesmek bedenden, sürüklenen biçare bir sevgiyi kaldırmak yerden ve devam etmek yoluna, nereye gideceğini bilmeden. Varmaya değil de bir yerlere, gitmeye gitmek sadece…‘Biten’ çok var etrafta da, giden yok pek, kararlılıkla. Yürek, ‘bitti artık, git’ derken, mantık, ‘otur oturduğun yerde’ diyor. Alışkanlığın verdiği rahatlık, monotonluğun verdiği bıkkınlığı yeniyor. Sıkışık hayatlar içinde sıkışık zamanlar tüketiliyor hoyratça. Hayatta kalabilmek için sözde, bir ömür feda ediliyor. Bir ömre karşı, bir ömür, yani… Kaderini çizmektense, kader diye verilene razı oluyor; gözü, kalbi, aklı başka diyarlarda… Gitmek, kaderin hatalarını düzeltmektir. Sonrasını bilmediğin bir adıma, zamana yaslanmaktır. Düş kuramıyorsan eğer, gitme vakti de gelmiştir. Vakti geldiğinde, gidebilmektir gitmek. Gözyaşlarını papatyalardan taç yapıp takarak saçlarına, gecelerin zifirine gözlerindeki yağmurlarla gitmektir. Yıldızları kanat yapıp özgürlüğe gitmektir, yenilerek… Aslında gitmek, yüreğinin çözemediğini, ayaklarının çözmesidir, istemeyerek… Peki ya kalmak… Gitmek, kalanın yarasında salkım salkım büyümekse, kalmak mı zordur örselene örselene yoksa gitmek mi mecbur olduğunu bile bile… Gidenin yastığında bıraktığı çukur, acıtmıyorsa yüreğini, giden, içinden varlığını, düşlerinden pılını pırtısını toplamış düşmüşse yollara, zor değildir kalan olmak. Kalbini bağlayan onca kabuğu, tatlı taşlı kaşınan, kendini hissettiren bu duyguyu boş verip kalakalmak öylece, giderken kalan olmak, işte en acısı da bu olsa gerek. Kalmak, kaderinde büyük harflerle özlemek yazanların, yazgısıdır aslında… Beterin beteri vardır, gelen, gideni aratırlarla büyütülmüş bir toplumuz biz. Rengi solmuş koltuğumuzda güvenle oturup, lekeli camlı pencereden hayatı seyretmeyi severiz. Kendi yapamadıklarımızı görürüz pencerenin ardında, bir an cesaretleniriz ama hemen geri çekilip bahaneler üretiriz. Zor gelir düzeni bozmak, sıfırdan başlamak. Yorgundur beden çünkü, ümitsizdir yürek ve korkuyordur zamandan. Zamandan ve zamanın acıtmasından. Kurumuş kabukların, tekrar kanamasından… Gidebilmek için, yeterince kalan olmak lazım önce. Kalmanın acısını sindirmiş olmak, onlarca kez kalmış olmak lazım ki, başlayabilesin bir yerden gitmeye. Gitmek, arınmaktır böylece… Ayağa kalmak, üstünü başını şöyle bir düzeltip silkelemektir bitmişliği. O kimselerin görmediği, battıkça ince ince sızlatıp kanatan kılmış sırçaları, kırılmış parçalarını, usulca ayıklamaktır teninden. Derinlikleri algılamayan hayat tarzını, anlayışlı sandıklarının duyarsızlığını, yıllarla olgunlaşıp olgun keyiflerin tadına eremeyenleri, incelikleri umursamayan, hassasiyetine yaklaşamayanları bırakıp kendi hallerine, uzaklaşmaktır. Varlığı, varlığına armağan olanlara değil, kendi varlığına yaklaşmaktır hatta. İşte o zaman gitmek, kendinden kaçmak değil, kendine kaçmaktır. Gidilecekse bir gün, sadece kendi peşinden gitmek gerek Özünü bulmak, kendini bulmak için. Hayat diye verileni değil, hayatı yaşamak için. Seçilmiş olan değil, seçen olmak için; biraz güç biraz da yürek, bunun için yeter de artar bile. Gitmek de sorun değildir, kalmak da; giden gidebilmesiyle kalabilmişse eğer. En kötüsü ise ne gidebilmektir, ne de kalabilmek. Araf’ın insan ruhunda ki canlı mahşeridir işte bu. Ortalarda bir yerlerde, yaşamış olmak için yaşamak. Hayatın dipsiz yamaçlarında, kör kuyularında figüran olmak. Kaderi, parktaki eskimiş bir bankla aynı olmak; Yorulanları dinlendirmek, dert dinleyip öpüşen sevgililere, üstünde unutulan bir demet nergise imrenmek. Gitmeye cesareti, kalmaya gücü olmamaktır… Gerçekten gitmek, arkaya bakarak yürümek değil, arkaya bakmadan gidebilmektir. Gözün arkada kalacaksa, gitmek, marifet değildir. Tek bir şartla; bırakıp gidilen bir kalp ise eğer, mutlaka geri dönülecektir… Gitmek mi zor, kalmak mı? Murathan Mungan’ın dediği gibi;“Kimdi giden, kimdi kalanAslında giden değil
Kalandır, terk eden
Giden de bu yüzden gitmiştir zaten…”