Kocaman yastıkların altına gömülmüş, bir kol yataktan aşağı doğru sallanırken bir çeşit doğal afet olan çalar saatin giderek artan tiz sesiyle başlamak güne. Önce tek gözünü açıp acaba günlerden pazar mı hala diye çılgınca bir umuda kapılmak sonra bunun adı üstünde, sadece umuttan ibaret olduğunu algılayıp yorganın içine saklanmak. Dünyanın en güzel, en kıymetli o ‘beş dakika’sını çalıp biraz daha uyuklamak ve henüz açılmamış gözlerle upuzun bir gün için hazırlanmaya başlamak…
Bu umutsuz, çaresiz sabah ritüeli içindeki tek ışık, beyaz, kolalı masa örtüsü üzerine titizlikle inşa edilmiş lezzet krallığı olabilir ancak.
Kahvaltıdan bahsediyorum elbette;
Hani çoğumuzun poğaça-açma diye adlandırdığı, metropol ışıklarının geniş zamanlı sabahlarında tost-çay diye tanımladığı, asortik kısmın da sütün içine çıtır-kıtır-mısır gibi şeyler kattığı günün ilk öğününden…
Gerçi günümüz dünyasında kahve üstü, çay üssü hatta sigara altı kimliğine bürünüp sessiz sedasız uzaklaşmaya çalışsa da hayatımızdan, biz gene de bırakmıyoruz onu, çıkarmıyoruz damağımızdan.
Çünkü kendisi, zorlu geçecek bir günün henüz yıpranmamış haldeki en keyifli anı, günaydın’ın en şölenli karşılığıdır.
Nereden mi geldi aklıma bu konu?
Karaköy’de kahvaltısı ile meşhur olan bir yerden bahsetmişlerdi, ödülü bile varmış dendi. Gidince gördüm ki, kahvaltı biz Türkler için gerçekten fenomen.
Upuzun bir kuyruk vardı, yerinden getirilen envai çeşit kahvaltılığı tatmak üzere sıra bekleyen onlarca insan. Diğer öğünler için sıra beklenildiğine şahit olmamıştım bundan önce ama kahvaltı için oluyormuş.
Ne de olsa o farklı;
Öğlen yemeği yemek denir mesela, akşam yemeği yemek.
Ama ‘kahvaltı yapmak’.
Oturduk yerimize ve gelsiiiin tabaklar. Mis gibi zeytinyağını kafasına yiyen siyah zeytinler parlıyor işte. Farklı olacağım diye tutturan yeşiller ise yanlarında bir dilim limon istemişler. Unlu mamüller diyarından sigara böreği, minik kaselerde gül, vişne, çilek reçeli. Kanatlı hayvanlar aleminin daimi temsilcisi yumurta, kadim dostu sucukla el ele vermiş, kaymakla zirve yapmış petek bala selam yollamakta. Ezinesi, Trakyası, islisi, tulumu türlü türlü peynirler, eskisi, yenisi kaşarlar, sosisler, salamlar. Zeytinyağının içine kekik, paprika, toz kırmızı biber, nar ekşisi, ve çok az limon koyup yapılan ezmeye banılan taze ekmekler. Yanına biraz da simit, bazlama koy, oy, oy, oy. Zeytinyağı gezdirilmiş domatese yarenlik eden kekiğin bir de geride demlenen çayın kokusu uzun sürecek bir saadetin habercisiydi. Aslına bakılacak olursa zeytin-peynir bahane de, sevdiklerinle birlikte olmak şahane…
İnsanın tek başına yapmaması gereken dokuz kusurlu hareketten biri, tek başına kahvaltı yapmak;
Ne zeki, ne keyfi ne de anlamı vardır.
Tehlikelidir çünkü, peşini bırakmayan ‘hüzün’ün soğuk nefesi tam sırtındadır.
Zeytinyağına aynı anda bandırılan ekmeklerde eller çarpmalıdır birbirine, çay kaşıklarının sesi düet yapmalıdır birlikte. En keyiflisinden bir sohbet yerleşmelidir dillere. Kâh gülünür, kâh üzülünür, paylaşılan hayattır çünkü inişleri ve çıkışları ile…
Aşk bir öğün olsaydı eğer, bence kahvaltı olurdu.
Uzun gecelerin ardından yapılan huzur dolu bir ayin gibi.
Audrey Hepburn’un başrolünü oynadığı unutulmaz aşk filmi ‘Tiffany’de Kahvaltı’ ya bakın örneğin. Niye‘Tiffany’de öğle yemeği’ ya da ‘Tiffany’de beş çayı’ değil de kahvaltı?
Hem ayrıca başka hangi öğün yatağa getirilir;
Sadece sabah kahvaltısı.
Yanında tek bir gül ve tercihen kırmızı rujla yazılmış ‘seni seviyorum’ notu ile.
Sevgili dediğin öperek uyandırır sabah seni, fırından yeni çıkan sıcak sözcükler satın alır, bir koşu gidip.
Sevgisini serer masanın üstüne düzgünce, manzara aşka sıfır.
Haşlanmış beklentiler, sahanda umutlar, dilim dilim tutkular dizer sofraya.
Bir de huzur demler yanında, sorar;
Kaç şekerli olsun…
Mevsimler gelir, geçer ama kahvaltı hep bahardır.
Uzun pazar sofralarının, kalabalık aile efradının, bayramların, seyranların, yirmi dört saate ayarlı gün denilen zamanların olmazsa olmazıdır.
Günlük hayatta belki zor ama hayata kattıkları yüzünden her gün yarım saat daha erken kalkmaya değer andır.
Ve ‘Yemek yemekle ilgili ne düşünürsünüz bilmem ama Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı’ diyen Cemal Süreyya, bunda çok haklıdır.
Bir de;
‘Pazartesi pazartesi böyle yazı yazılır mı, olmaz ki ama canımız çekti’ diyenler;
Saydırırken direkt üstüme oynayın, anamı, bacımı bu işe karıştırmayın JJJ…
İyi haftalar,
CANSEN ERDOĞAN
Twitter’dan takip etmek için
@cansenerdogan