Geldi işte;
Sessiz bekleyişlerimin, hüzün kokan sessizliklerimin biraz sarı biraz kızıl mevsimi geldi yine, güz yağmurları düştü şehre…
Tutmuş elinden kırgınlıklarımı, peşinde asılı kalmış sarı rüzgârlarla sadece kuru bir yaprağın dalından düşerek sürüklediği mevsimin ilk habercisi…
Hüzünle karşılanır sonbahar, şiirle misafir edilir ve bir masalla uğurlanır.
Ruhun tellerinde rutubetli duygular, beti benzi solmuş hıçkıran yapraklarla nedensiz bir yolculuktur kaldırımlarda, sonbahar.
Yeşilin hazin sonu, sarının kızıl kızıl gülümseyen umududur.
Bir yağmur damlasıyla çamura batmış acılar, yaralı yalnızlıklar, galebe çalar tenha kuytularda.
Yapraklar yanarken alevler içinde, güz masallarının uyanma vaktidir, uzun gecelere geçince.
Rüzgârın önünde öylece savrulan ıslak bir şehir, ancak sonbaharda çirkin ama cilvelidir.
Bitiş denir sonbahar için, bitişlerin mevsimi.
Pırıl pırıl güneşin, masmavi denizlerle flört ettiği sıcak yazdan sonra geldiği için olsa gerek.
Bitiş demeyelim de yalnızlıkların diyelim bence.
Kalabalık sahillerden, gürültülü sayfiyelerden kabuğumuza çekildiğimiz kendimizle baş başa kaldığımız.
Ayrılıkların mevsimidir sonbahar,
Madam Despina’ya sofrayı kurdurtup ‘yine mi güzeliz yine mi çiçek’ diyerek kadeh kaldırmaktır yanınızda olamayanlara.
Kimselerin bilmediği acılarınızla gülümsemektir, içiniz kan ağlasa da…
Hep bir köşede öksüz kalmıştır, bu ürkek, narin hazan mevsimi.
Mesela sıcak havaların, tüm yıl beklenen tatillerin göbek adıdır yaz.
Beyaza gönül veren yürekler, kartopu aşkına kışın peşinden gider.
Yeşile hasret gözler, toprak kokusuyla nefes almak, ağaç dallarında oynaşan kuşlarla meşke dalmak için ilkbaharı bekler umutsuzca.
Oysa sonbahar sanki yetim, sanki öksüz, sahipsiz ve tüm kâinatın suçunu tek başına yüklenmiş, yeryüzünün tüm acılarının, fırtınalarının sebebi gibi uzaktır hayatımızdan.
O da yetmezmiş gibi aşk acısı çekenler için hüzünlerini torbalarına koyup 'işte sen' diyerek yargısızca suçlu ilan edilmiş bir mevsim muamelesi görür, hor görülür.
Ama aksine dünyanın kaç bucak olduğu yerine birçok renkten oluştuğunu gösteren, bunu da yeryüzü tuvallerine döken mevsimdir, sonbahar.
Bazen bir kayboluştur güz, bazen arınma, bazen de koşarak kaçma...
Saklasanız da kurumuş dalları, yaprakları, eski bir defterin sayfa aralarında, ya da ayaza küsmüş, kaybolmuş güneşi bir bulutun arkasına, unutmayın ki her son bir başlangıç, her hüzün bir mutluluktur.
Her ağlayış, içinde saklar gülüşlerini çünkü sonbahar yazın bitişi olsa da kışın başlangıcıdır.
Ve kışlar olmasa, yazlar asla olmazdı…
Sanatın adıdır, sonbahar.
Şaire göre, ucundan yaş damlayan kafiye, bestekâra göre hicaz makamında beste, ressama göre sarılı, kızıllı renk cümbüşü, saman renkli bahçede, heykeltıraşa göre umutsuzluğun sessiz çığlığı, çamurdan yapılmış ıslak düşlerde…
İnsanın kendini keşfidir sonbahar, yeniden doğma mevsimi.
Palamutların ait oldukları yere gelmesi, gerçekleşemeyecek masalların, bir tarifle defne yaprağına sarılıp fırınlanmış hali.
Sararmış kuru yaprakları, yarası geçmemiş acıları, ayrılıkları bir battaniyeye sarıp ateşin karşısında oturma dönemi.
Dünyanın en kısa, en uzun, en acıtan kelimesi;
Özlemeyi iliklerine kadar hissetme, yanaklarına değen yağmur mu gözyaşı mı ayırtedememe zamanı…
Her insan bir mevsim derler, düşündünüz mü hiç, siz hangisisiniz?
Ben sarı hüzünlerine inat umutlarını yeşil tutan sonbaharım.
Kimi zaman bulutların arasından gülümseyen güneş olurum, kimi zaman usul usul yağan bir yağmur.
Bazen deli deli savuran rüzgâr, bazen ağaç dallarından katmer katmer yayılan sevda.
Ben sonbaharım,
Bu kış da efkarlıyım, bahara Allah kerim….
CANSEN ERDOĞAN
Twitter’dan takip etmek için
@cansenerdogan