Güzeller içinden...
Yazın en güzel saatleri, günün geceye kavuşmasından az evvel, akşamüstünün pembe guruba serenat yaptığı vakittir bence...
Yarın yine aynı saatte geleceğini söyleyen güneşin kavurucu ellerinden kurtulmuş olan gün, biraz nefes almanın hazzıyla akşama sarılır sıkı sıkı…
Ayaklar düşer yollara, atar kendini, serin sahilin koynuna. İşte en güzelidir, ılık meltemin kıvrak dansıyla, bir akşamüstü sahilde oturup beş dakika gecikmeli gelecek çayı sipariş etmek, şehrin ışıklı manzarasının ellerinden tutup da ellerini çekememek…
Uçsuz bucaksız göklerde kovalanmış martı yorgunluğunu, karşında doğan mehtaba satarken karşındaki manzaranın güzelliğini, yanında oturanın güzelliğini, içtiğin çayın güzelliğini fark etmek, gözlerini kapayıp kokusunu çekmek…
Ne çok uzaklarda, ne çok derinlerde, işte orada bir yerlerde gördüğün güzelliklere şükretmek ve uzak ilkokul resimlerindeki çöp adamlar kadar mutlu olup sevinebilmek...
Güzellik… Güzellik ne yüzdeki matematiksel oran, ne şatafat karşında hayranlık uyandıran… Göreceli kavramlar sırasının liste başı, hayatı yaşanır kılan şeylerin sıfatlaşmış adı…
Şiire atfedildi önce güzellik, resime, müziğe atfedildi. Kırmızın gülün yapraklarıydı güzel olan, bir de sevgilinin kırmızı dudakları. Bir bakış en güzeliydi belki de yârin gözlerinde görülebilen. Benim için güzellik, en sıradanda olağanüstüyü görebilmek, toprakta büyüyen, suda devinen, rüzgârda esen, havada gezen ve bedende nefeslenen mucizeyi hissedebilmek. Gündüzde görülmeyeni, gecede örtülmeyeni, yüreğin bam telini titreten her şeyi sevebilmek…
Doğa güzellik üzerine kurgulanmış, hayat güzellik üzerine kurulmuş. Güzel olmak adına harcanan zamanlar, milyonlar, güzel görünmek adına duyulan kaygılar, hırslar…
En acısı da güzeli bulmak adına yitip giden doğrular, bir gülün peşinden koşarken ayaklarının altında ezilen papatyaların farkında olmayanlar…
‘Ateş, alevde değil asıl közde gizlidir. Güzellik, gözde değil asıl özde gizlidir.’…
Güzeli bulmak için tüm dünyayı gezmeye gerek yok neticede, çünkü o kadar uzak değil yeri, tam içimizde…
Merak etmişimdir, gerçek kadın güzelliğini betimlemek kimin işi; sevenin mi, şairin mi? Dediler ki; "Gönül kimi severse o güzeldir. Güzellik, güzel görenin gözündedir. Her güzel sevilen değildir ama seven için, her sevilen güzeldir. Maharet güzel gözle görebilmektir..."
Sevildikçe güzelleşir insan, bakıldıkça açan çiçek gibi. Saçları parlar, bir de gözleri. Teni ışıldar, ipek dokulu tülbent gibi… Güzellik, aslında kendiliğinden oluşan bir şey değildir.
En çok biri için güzeldir insan ve insanı güzel yapan işte o birinin bakışları ve de aslolan sevgisidir. Bakın tüm kadınlar güzeldir ama çok sevilmiş kadınlar, en güzelidir.
Sabahın ilk saatlerinde, saçlarını omuzlarına döküp ışıl ışıl gözlerini güneşe çevirirken gülümsemeyi başaran kadındır, güzel kadın. Saçlarını rüzgâra emanet ederek parmak uçlarında yükselip kapalı gözlerle sabahı huzurla karşılayan kadın, bahsettiğim. Huzurdur güzellik, dinginliktir. Dolgun ve aralık dudaklardan çok, o dudaklardan dökülen sözcüklerdir. Uzun bacaklardan çok, o bacaklarla kat edilen kilometreler, kitlenilen hedeflerdir. Çünkü ‘Aklın güzelliği dil ile dilin güzelliği söz ile kişinin güzelliği yüz ile yüzün güzelliği göz ile bellidir.’
Güçtür güzellik. Önünde prenslerin, kralların, ünün şanın ve de paranın eğildiği. Sadece dıştaysa az süre idare edilen, içe de yansımışsa asla vazgeçilmeyen. Dışı güzel olan bulunuyor bir şekilde, bulunmasa da yaratılıyor nasılsa tıbbın estetik mucizesiyle de, içi güzel olanı bulmak, o pek de kolay değil işte. Yönetim biçimlerinden biri olsaydı güzellik, kesinlikle faşizm olurdu; Dayatma yoluyla alışılan, en adaletsiz dağıtılan. Bir film olsaydı da, ancak fragman; Görme isteğiyle hayranlık uyandıran sonrasında hayal kırıklığı yaratan…
Zekâ ve güzellik ikilisi, en çok tartışılan çiftlerden olmuşlardır yıllar yılı.
Pek yakıştırılmazlar birbirlerine. Denir ki; İkisi aynı yolda yürür ama zıt yönlere…
Öyle ki Lord Henry Wotton, Dorian Gray portresinde, kadının durgun ve huzursuz çizilmesinin hatta çirkin sayılabilmesinin sebebini, zekânın kasvetli gölgesi, güzelliğin ışıltısını yok etmesi olarak açıklamıştır. Oysa tarih, hem zeki hem de güzel kadınlarla doludur. Aksi takdirde Sülüman’ın Hürrem’, İngiltere’nin leydi Di' si, Nazım’ın Piraye’si bu kadar konuşulur muydu?
Güzelliktir, göze hoş gelen çoğu kez de boş gelen. Ayrıntılarda gizlidir güzellik; Denizden yükselen mehtabın seyrinde, sevgiliyle izlenen manzaranın gölgesinde. Aileyle yenilen akşam yemeğidir, yeni doğan bebeğin ağlama sesi, sevilenin ayak sesidir. Güzellik, nasıl baktığınla ilgilidir; Güzel bakarsan güzeldir. Bakmazsan değildir. Aslında bu kadar basittir.
Dünyayı güzellik kurtaracak ve bir insanı sevmekle başlayacak her şey. Sevdikçe akacak, sevildikçe güzelleşeceksin. Olsun, o seni sevmese bile, en yakın meyhanede içtikçe güzelleşeceksin…
Güzellik; Görmek istedikçe gördüğün, gördükçe görmek istediğin hayattır. Hayatın bağrında, soluk aldırtandır. Güzellik güzel görenin gözünde, bize çok da uzak olmayandır.
Ve en çok da; Yüzü güzele kırk günde doyulan, içi güzele kırk yılda doyulmayandır....
Cansen Erdoğan