Hayat bayram olsa…
Heyecanlarımız vardı bir zamanlar;
Hani büyüdükçe biz, yaş aldıkça yıllar, usul usul yitirdiğimiz heyecanlarımız…
Bir gazoz kapağından çıkan hediyede saklıydı ve en sevdiğimiz oyuncağı sımsıkı kavrayan kollarımızda.
Şehirdeki o köhne lunaparka gitme hayali tüterdi burnumuzda buram buram ve yarenin elinin sıcaklığıydı tüm kalp çarpıntılarına galebe çalan…
En büyük heyecanımdı benim bayramlar.
Hareket demekti bayram, misafir ve elbette ki bolca şeker, çikolata demekti.
“Bayramlık” ritüeline yetişenlerdenim, neyse ki ucundan.
Minicik topuklu, önü fiyonklu, kırmızı, rugan ayakkabıyı vitrinde gördüğümde, aşık olmuştum o an.
“Az kaldı bayrama, bayramda giyersin artık” diyen annemin sesi var, kulaklarımda.
Minicik topukları, fiyongu ve parlak kırmızı rengiyle küçük, süslü bir kızın hazinesi rugan ayakkabıları koyup başucuma, beklemiştim heyecanla onları giyerek bayram yapacağım bayram sabahını…
En keyifli bekleyişti, babamın bayram namazından elinde uzun ipli balonlarla dönüşünü beklemek.
Mutfaktan gelen çıtır börek kokusu, tezgahta duran taze ekmek somunu.
Radyoda bayram türküleri çalınırdı, biz yılın en uzun kahvaltısını ederken.
Ziyarete önce kime, nasıl gidilecek planları yapılırdı, ben kımızı ayakkabılarımı giyme vakti yaklaştı diye için için sevinirken.
Ve doluşulurdu arabalara, düşülürdü yollara…
En büyükten başlanırdı kutlamalara.
Elleri öpülürdü büyüklerin;
“ Maşallah ne kadar büyümüşsün, ayakkabıları da pek yakışmış” nidalarıyla.
Sohbetler yapılır, sağlık sorunları tartışılır, memleket kurtarılırdı.
Ve nihayet rengarenk şekerler dağıtılırdı.
“Bir tane daha alsana” teklifinde annemin gözlerine bakılırdı.
Gidişat olumsuz gibiyse, gözler hemen kaçırılır, şekerler, ganimet zulasına atılırdı.
“Nerede o eski bayramlar” düşmüyor yine dillerden.
Aslında eskiyen, bayramlar değil biziz galiba, değişen de bayramlar değil, yine biz.
Ailenin, el öpmenin, vefanın ne demek olduğu unutuldukça, bayramlar da küf kokmaya başladı.
‘Bayramda ziyarete gidilir, el öpülür’ kültürü, ‘bayram demek, tatil demek” kültürüne dönüştü ansızın.
Yaşlıların, özlem çekenlerin, kimsesizlerin umutla yol gözlediği bayram, işten uzaklaşma, okuldan kaytarma, şehirden kaçma demek oldu artık.
Günler öncesinden, el emeği göz nuruyla yazılan tebrik kartlarının yerini herkese gönderilen, birbirinin aynı, matbu mesajlar aldı.
Ne horoz şekerlerinin eski tadı kaldı, ne de yiyenler, aynı tadı buluyor.
Mendil içinde harçlık bekleyen çocuklar kalmadı, hoş mendil veren nesil de yok artık.
Kırmızı gelincikler, baharın gelişini müjdeler, bayramlar ise dostluğu, kardeşliği, sevgiyi.
Özleyenler için kavuşma, küsler için barışma, yaşlılara vefa, çocuklara çikolata demektir bayram.
Bir de uzun sofralar, çınlayan kahkahalar, sıcak kucaklaşmalar, hayırlı dualar demek.
Ancak, bayram demek, bayram fotoğraflarından oluşan eski albümlere bakıp oradakilerin birer birer aramızdan ayrıldıklarını acıyla fark etmek ama elden bir şey gelmemek demek artık.
Küskünlüklere son vermek, barışmak yerine, uzaklaşmak demek daha da ötelere…
Oysa bilinmez ki, zaman konmuş yelkovana fink atarken zamansızlığın akrebinde, yılları parçalıyor zehir zemberek.
Bu bayram yanımızda olanların, seneye de aramızda olacağını kim bilecek.
Bayram namazından sonra elini öpecek kalmayınca ya da dönüşü beklenecek namaza giden olmayınca, kimsesizliğin dili tutulunca, içi yaşlarla doldurulmuş bulutlar yerleşecek gözpınarlarına.
Ütülü kıyafetler içinde, ütüsüz yalnızlıklar yerleşecek yüreklere, bayram kalabalıklarının yerine…
Dostluğu, sevgiyi ve geleceği, aşımızı, ekmeğimizi, hüznümüzü, acımızı, sevincimizi paylaştıklarımız, olamayacak bayramın mutluluk arifesinde…
Beyaz badanalı, bahçeli evlerde, tahta sandıklarda saklanırken eski bayramlar özenle, sevdiklerimizle geçirilen her günü bayram saymak gerek bence.
Anne poğaçası yemek sıcak sıcak.
Yağmurda sevdiğinle yürümek ıslak ıslak, tutmak bir çocuğun ellerinden, gözlerin parlayarak.
Zorluklara göğüs gerip ayakta kalabilmek bayramdır.
Bebeğin ilk gülüşü, çocuğun ilk yürüyüşü bayramıdır, annenin.
Takımının şampiyonluğu, bayramdır taraftarına.
İkramiye, prim, ödenek, bayram olur çalışana…
Keşke vakit ayırsak da sevdiklerimize daha sık, bayramlar bahane olmasa…
Horoz şekerlerinin tadı, eski günlerdeki gibi olsa…
Kımızı fiyonklu rugan ayakkabılarım, yine başucumda dursa…
Mendil arası harçlık, gene moda olsa…
Kardeşlik fiyordları, kol gezse dostluk kanyonlarında…
Viran olmasa umutlar, yaşanası bir ömrün duygu tapınaklarında.
Ve bütün dünya buna inansa, bir inansa;
Hayat bayram olsa…
Cansen ERDOĞAN