Zaman, kum saatinin dar ağızlı kısmından salına salına akan kumlar misali hızla geçerken, gündemi de beraberinde hızla değiştirip sersem ediyor adeta. Son günlerin en popüler gündemlerinden biri de şu meşhur Oscar ödülleri… Kırmızı halıdan süzülerek içeri giren yüzlerce, televizyonları başında binlerce ve ertesi gün ellerinde gazetelerle milyonlarca kişinin heyecanla izlediği, aylarca beklediği, dünya film endüstrisinin taban fiyatını belirleyen meşhur ödüller ve beraberindeki çarpıcı tören… Ödül verilecek dallar, adaylar, alkışlar, akabinde yapılan konuşmalarla yıllardır aynı heyecanı yaşatan, bir an olsun herkesin kendini o podyumda, en azından öncesindeki kırmızı halıda hayal ettiği bir dünya olayı…
O rengarenk kıyafetlere, smokinli beylere, hanımların zerafetine ve törenin büyüsüne kaptırmışken kendimi, bilgisayarımda “okunmamış bir mailiniz var” uyarısıyla yanıp sönen ışıkla silkinerek döndüm odama, şimdiki zamanın birinci tekil şahsıyla… Mail, bir sorudan ibaretti; ‘Hayatının Oscar ödüllerini kime verirdin ?
Hayat tiyatrosunun devasa salonu…
Neon ışıklarla aydınlatılmış upuzun bir sahne, rengarenk tuvaletli, şık smokinli bir dolu insan…
Ve ödül alacak dallar açıklanıyor işte;
“Gözyaşınızı en iyi silebilen kişi oscarı; adaylar gelsin…
Ya da En keyifsiz olduğunuz anda, aramak istediğiniz, içinizde çiçekler yeşerten kişi oscarı… Sizi en çok üzen, en güldüren, düşündüren, heyecanlandıran kişi oscarları…
Ürperten sessizlik ve ardından alkışlanan sonuçlar, sevinçler, hayalkırıklıkları…
Hayatın kendisinin, çok iyi kurgulanmış dev bir başyapıt olduğu ve bunu sahnede mimiklerimiz ve repliklerimizle canlandırmaya çalıştığımız bu olağanüstü dramada, malum olacağı üzere en zor sahnelenen, trajedi ve komedidir. İronik şekilde birbirinin zıttı olan bu iki türde, hayatın rol verdiği doğal oyuncular, oldukça zorlanırlar. Hayatın zorluklarına, arbedesine karşılık doğru duruş sergilemek ve duruşu örnek olacak şekilde göstermek… Oscarlık performans ise, karşılaşılan trajedide, komedi oyunu sergileyebilmek, alkışlar eşliğinde kendinle dalga geçebilmek…Yada Benjamin Franklin’in gözüyle hayatın en büyük trajedisinin, çok çabuk yaşlanmak ama çok geçmek akıllanmak olduğunu anlayabilmek…
İnsan, kendi hatalarını, yalnız başkalarının gözüyle görebilir. Anlayabilmek için, binlerce nasihattan ziyade bir musibeti tercih eden bir milletin torunları olarak, sahnedeyken değil de, seyirci koltuğunda daha bir başarılıyızdır nedense. Bu koltukta oturup iki parmağımızı çenemize koyup sahnedekini acımasızca yargılarken, orada yapılan hatanın adı çoktan gaflet olmuştur bile. Öyle ya, çalışsaydı rolünü, alsaydı ödülünü. Bu zihniyet, yıllarca sıfırcı Nezahat’ler, notu kıt Kamil’lerle yetişmiş, zor beğenmiş, çalışmış ama takdir edilmek bir yana hor görülmüş olmaktan ilerigelen genetik kodlanmanın doğal bir sonucu mu acaba; takdir sizin…
Sahneye çıkmış, son derece ciddiyetle, repliklerinizi söylerken perde arkasında sufle yapan, kendi hayatlarının başrolünü oynarken size suflörlük yapan gizli kahramanlar da var hayatınızın…Doğru sufleyle oscarlık oyun sergileten, aksi halde bedbaht eyleten… Hani film bittiğinde saniyenin onda biri hızla isimleri geçen, jeneriğin silik isimleri, sahnede selam verenlerden olmayıp, selam verenlerin arkasındaki set ekibi ama aslında onlar, oyunu kurgulayanların ta kendileri, en iyi yardımcı oyuncu namzetleri.
Mevzubahis olan koskocaman bir hayat olunca, verilecek ödüller de bir hayli fazla olabiliyor. Gözyaşınızı en iyi silebilen ödülü, kendinizi bildiniz bileli yanınızda olan dostunuza mı, henüz yeni tanıdığınız bir yabancıya mı gidiyor. En yaralayan vefasız ödülü için kaç kişi kapışıyor. En iyi görsel efekt ödülü, hangi yıllarınızı kapsıyor. Öğretilmiş çaresizlik ödülünü kaç kişi paylaşıyor. En iyi senaryo ödülünün sahibi hiç kuşkusuz Yaradan, geçip giden yıllar ise her daim kameraman…
Bu törenin tek farkı, nereden gelinmiş, ne yapılmış, ne yaşanmış olursa olsun, kırmızı halıda boylu boyunca yürüme şansının, herkes için aynı olmuş olması. Herkesin bir şansı var; en iyi oyuncu dalında olmasa da en azından uyarlanmış senaryo bazında…
Tüm kastı toplayan, sunumu hazırlayan, oyuncuları oynatan yönetmen, dramayı şekillendiren esas kahraman. Bu da oyunu, yazan, yöneten ve de izleyen yönetmen. Herkesin kendi dramasının yönetmeni olduğu gerçeğiyle, en iyi yönetmen ödülü, akademinin en önemli ödülü değil mi aslında. Oscarlık performans, hayatı doğru yönetmekten geçiyor, hem sahnede hem de hayatın ta kendisinde. Başarı payesi, yönetmenin kelimelerinde, doğru hamlelerinde, rejiyi iyi idare etmesinde. Ondan ismi hem başta hem sonda olmak üzere, iki defa geçiyor jenerikte, diğerlerinin aksine.
‘Hayatımın yönetmeniyim, istediğime rol veririm, istediğime yol veririm’ diyenlerdenseniz oscar ödülünüz az ileride, kaldırmak için bekleyin. ‘Olursa olur, olmazsa olmaz, önemli olan katılmaktı’ kanaatindeyseniz, hayat şu an seyrettiğiniz beyaz ekranın gerisinde, pencerenin berisinde önünüzden geçip gitmekte, Madem öyle katılmış olmakla yetinin, şikayet etmeyin.
Cansen ERDOĞAN