Sesi yoktur…
Vardır aslında, başkaları duyamaz belki o anda ama siz duyarsınız o çatt sesini…
Hayatınızın kırılma noktalarından biridir o, çünkü hayatınızın geri kalanı, kırılan parçalarınızı toplamakla geçer. İlk olarak beş yaş civarında tanışırsınız onunla, hani annenizin kardeşinizle yaramazlık yaparken daha büyük olduğunuz için ‘sen büyüksün, daha dikkatli olmalısın’ diyerek kardeşinize değil de sadece size kızdığında. Zaman içerisinde kalabalık içinde espri niyetiyle yapılmış ama haddini aşıp sizi üzmüş bir cümlede, üstünüzün sizi haksız yere azarlayan sözcüklerinde. Ve de sevilenin can yakan sözlerinde, gözlerinde...
Evet, ‘Kalp Kırıklığı’ndan bahsediyorum. Hani ağızdan düşüncesizce çıkan kelimelerin, tutarsız hareketlerin, yargısız verilen hükümlerin silinmeyen izlerinin yürekte bıraktığı o tortudan. Güvenin sarsılmasıyla oluşanlar, çoklu kırıklardır. Ne kadar uğraşsanız da asla tam olarak kaynamaz, sürekli aynı yerden kırılır, kalbinizi rahat bırakmaz. Haksızlık karşısında yaşanılan kalp kırıklığı ise parçalı kırıktır, platinle tutturulur ama yerini hep hatırlatır. İncinmekle kırılmak genelde aynı yerde kullanılıyor ama farklılar birbirlerinden; İncinmek daha hafif, daha hassas. Ardında soruları var, neden’leri, niçin’leri ama cevapları yok. Üzüntü var içinde, bolca da hayal kırıklığı. Yaralanmışsındır ama hala tek parçasındır. Canın yanmıştır ama umudun hala vardır. Oysa kırılmak öyle mi? Kırılmak, nettir. Parçalanmışsındır, bitmiştir. Göğüs kafesinin içinde olup bitmiş hasardır, tamiri mümkün değildir. Belki geçici alçı çare gibi gelebilir, acı, halı altına süpürülebilir, kalbe batan kemikler hasıraltı edilebilir ama eskisi olması mümkün değildir. O kalp kırıklığı, şöyle gelip de göğüs kafesinin tam ortasına oturduğunda, sızı yerini acıya bırakır ki bu da uyuşmanın edilgenlik halidir.
Öyle denildiği gibi, inceldiği yerden kopmaz. İncindiği yerden, incitildiği yerden kopar ki bu çoğu kez en sağlam yerdendir, ondan can yakar. Yüzünüze soğuk bir rüzgar gibi çarpan haksızlıkla sarsılınca ya da sırtınıza bıçak gibi saplanan vefasızla dağılınca boğazınız kurur önce. Akmak bilmeyen gözyaşları, burun direğinizi sızlatmaya başlar. İstemsiz kasılır elleriniz, yumruklarınızı sıkarsınız, tırnaklarınızı avucunuza batırırcasına. Yumruk kadarmış ya insan kalbi, yani küçücük. O küçücük kalp nasıl bu kadar acırmış şaşarsınız.
Şöyle bir dönün geriye, isterseniz. Düşünün yaşadıklarınızı, iz bırakan anlarınızı. Bilmem ki demeyin şimdi canım, ya da hatırlayamadım. Kaç kişi kaldık şurada eski romantiklerden, nam-ı diğer duygu neferlerinden. Hatırlayın yazdıklarınızı, mesajlarınızı, karaladıklarınızı. Sonra sonlarınızı, ardınızda bıraktıklarınızı. Bitişlerin hemen ardından karşılaştığınız manzaraları, yapılan çocuklukları, mırıldandığınız yazıkları. Hissettiğiniz, ‘yazıklar olsun’ nidalı, yüreğe ve beyne batan kemik parçalarını. Geçen zamanla birlikte o iç burkan kalp kırıklığı, 'Neden Allah’ım, neden?' sorularının yerini sessiz ve metanetli bir kabullenişle birlikte gelen ‘Tamam, öyle olsun' a bırakan, hissiyatların en yalnız olanıdır. Ve o en sevdiğiniz, kalbinizin kırılan parçalarını yapıştırmak üzere yara bandı ile değil, elinde tuzla gelendir.
‘Öldürmeyen acı, güçlendirir’ demiş, pek sevgili Nietzche. Ama bence yanılmış. Güçlendirmez, daha da hassaslaştırır. Yoğurdu üfleyerek yedirir. Tabi bahsettiği, umarsızlık, vurdumduymazlık ise o başka. Öyle, ‘Yok artık benden geçti, sevmem kimseyi, onu da artık düşünmem’ diyerek kendini kandırma. Eskilerden bir parça çaldığında, bir koku geldiğinde burnuna, kayıtsız kalabiliyor musun, onu söyle bana?...
Titanic battı, Romeo öldü ama aşk hep devam etti. Can yaksa da, kanadı kırık kelebekler kadar özgürdür aşk ve o’ nunla yaşamak değil o’nu yaşamaktır olmasa da hayatında.Hatta kalp kırıklığı, iyidir bile belki, bir bakıma. En azından bir kalbin olduğunu ve denediğini gösterir hayatta…
Ama ne olursa olsun, şunu bilir şunu söylerim ki, açtığın her yaradan, hesap soracaktır Yaradan. O yüzden kimseyi acıtmamalı, kırmamalısın bu dünyada. Çünkü hiç düşündün mü, ya kırdığın kalbi, Allah çok seviyorsa…
Cansen Erdoğan