Kadın korkuyordur, çaresizdir… Bir başlangıç yapma zamanıdır ama karar veremiyordur. Ya da aslında karar vermiştir de, nasıl yapacağını bilmiyordur. Aşina olduğu korkuları vardır, acıyan yaraları… Sorun şu ki yüzleşemiyordur onlarla, yok sayıyor, yok saydıkça içinde boğuluyordur. Oysaki bir kabul etse yaralarının varlığını ‘itiraf etse canının yandığını’, böylece görecek, çözümün hiç de uzaklarda olmadığını… Adam korkuyordur, çaresizdir… Bitiş çizgisine gelmiştir gelmesine de harekete geçemiyordur. Ya da aslında karar vermişti de, nasıl yapacağını bilmiyordur. Son kullanma tarihi geçmiş ezeline kıyamıyordur ve miyadı dolmuş sevgilerin ardında debeleniyordur. Oysaki bir kabul etse her bitişin bir başlangıç olduğunu, yaşanılıyormuş gibi yaşanan aşkın, aşka nasıl haksızlık olduğunu, ‘itiraf etse korktuğunu’, anlayacak çözümün hiç de uzaklarda değil sadece içinde olduğunu… Çocuk korkuyordur, çaresizdir… Pek de uzak olmayan bir zamanda kopacak fırtınanın tam-tam’larını duyuyordur uzaktan. Ne de olsa, annesinin en sevdiği, en değerli porselen vazo, sıkı bir maç sonrası galibiyetin simgesi kupa olarak, elinde şeref turu atarken tuzla buz olmuş, parçaları da koltuğun altında, en arkada bulunmayı bekliyordur. Geçen her an, adının her seslenişi, küçücük kalbini sıkıştırıyordur çocuğun. Oysaki bir kabul etse yanlışlıkla olabileceğini ‘itiraf etse kabahatini’, belki ufak bir azar işitecek ama anlayacak o kadar mühim olmadığını, anne yüreğinde böyle şeylerin esamesinin okunmadığını… İçimizde bir çok ses konuşur aynı anda; nefesimiz ayrı konuşur, kalbimiz ve aklımız ayrı konuşur. Bazen de hepsi aynı anda konuşarak sıkıştırır bizi, hele de karar aşamalarında... Hislerimizle yüzleşip korkuları, duyguları, utançları, arzuları itiraf etsek önce kendimize, göreceğiz aslında, çözüm tam da içimizde. Her bir sesle tanışmadan ve onları ayrı ayrı tanımadan kendimizle de gerçek anlamda tanışmış olamayız. Duygularının farkına varan, onları inkâr etmeyen, yüz yüze gelmekten korkmayan insan, onları kontrol etmeyi de, doğru ifade etmeyi de öğrenir. Yıllar sonra geriye baktığında, nice söylenmemiş duygunun, nice acının da yasını tutmaktan kurtulur aslında… ‘İtiraf’, yüzyıllardır insanoğlunun gündemini, hayatını meşgul etmiştir. Öyle ki bir dönem, Hıristiyanlık dininde, Katolik kilisesinde rahiplere günah çıkaranlara yani ‘itiraf edenlere’ vekaleten af yetkisi dahi tanınmıştır. Yürekle akıl arasındaki köprünün sarsılıp yüreğin aklı ele geçirmeye çalıştığı ve aklın kalakaldığı ‘an’ dır itiraf… Sözcükler aklın, fısıltılar ise ruhun itiraflarıdır. Bazen de sadece omzundaki yükü kaldırıp karşındakinin omzuna atmaktır itiraf… Sevdiğini söylemek de itiraftır bunu bilmeyene, artık istemediğini söylemek de zamanı gelince… Küçük ihanetleri, basit kabalıkları, küstah dalgınlıkları biriktirmek içinde, söyleyememek bir seferde ve bitmez bilmez bir huzursuzlukla beklemek yürek tetikte… Küçükken Pandora’nın Kutusu diye bir oyun vardı; ortaya ucu ok şeklinde plastik bir obje konur, kalabalık olarak onun çevresine oturulurdu. Objeyi hızlıca döndürdüğümüzde okun ucu kimi gösterirse o kişi, bir itirafta bulunurdu. Kimi sevdiği kişiyi söyler, kimi nasıl kopya çektiğini gösterir, kimisi de bir kabahatini itiraf ederdi. İtiraf ne kadar büyükse tezahürat da o kadar büyük, alkış o kadar çok olurdu. Zaman geçip de biz büyüyünce devinim tersine döndü; itiraf ne kadar büyükse kabahat o kadar büyük demekti ve toplum bunu kolay kolay sindiremedi. ‘İtiraf diye bir şey yoktur aslında, biraz daha anlaşılır hikayeler ve uydurulmuş yeni yalanlarla kendine acıma ve acındırmanın sahte gözyaşları vardır.’ demiş İnci Aral, son kitabı Sadakat’ te… Emre Yılmaz'ın ‘Şeytanın Fısıldadıkları’ isimli kitabında, itiraf üzerine şu geçer ki; ‘Küçük her zaman daha büyüğünü gizlemek için itiraf edilir.’… İtiraf, ancak mecburen, son raddeye geldiğinde yapıldığından, bunun da erdem olmadığından dem vuruyor son dönem yazarlar. O zaman, bundan yıllar önce yazılmış ‘Kaşağı’ niye okunuyor hala, niye anlatılıyor çocuklara… Ömer Seyfettin mi daha erdemliymiş, yoksa şimdilerde mi çentik atılıyor pişmanlık sonrası affa, edilen bir itirafla.. Geçmişle yüzleşmek, suçu kabul etmek, korkuları, aşkı, utançları itiraf etmek, ruhu serbest bırakmak demek… Umursayarak kazandıklarını, umursamadan kaybetmeyi bilmek demek… Yanlışı sorgusuz sualsiz mahkum etmek yerine, tahliye etmek demek yüreğimizden… Kabahatlerin tonlarca ağırlığından kurtulmak, korkulardan arınmak, yaralı aşklara tadilat demek… İçimizde sonsuz kışı yaşarken, güneşle aydınlanmak, baharla ısınmak demek… Huzur demek… Günahın itirafı, sevdanın beyanatı, korkunun paylaşımı rahatlatır vicdanı. Derin bir nefes alın ve edin itirafınızı... Sadece tek şeyi unutmayın; Kelimelerin kalbinde, kalbin kelimeleri saklıdır…