Çok sevdiğim bir arkadaşımla oturmuş hayata dair sohbet ediyorduk…
Kendi içimizdeki içsel yolculuğumuz, hayatı olduğu gibi kabullenebilme kavramlarını harmanlarken karşılıklı, konu birden yaşanılan adaletsizliklere, uğranılan haksızlıklara geldi…
Ben; ‘hayatta adalet diye bişey yok, ‘iyilik yap iyilik bul’ kuramı çoktan tarih olmuş, verilen emeklere, yapılan fedakarlıklara değer verilmiyor, hayat haksızlıklardan ibaret olmuş artık’ şeklinde şovenist bir edayla felsefe parçalarken;
‘Sen, verdiğin emekleri, yaptığını söylediğin fedakarlıkları, bir karşılık beklemeden mi yaptın’ diye sordu arkadaşım…
‘Tabiî ki, karşılık beklemeden yaptım, hepte öyle yapmışımdır’ diye cevap verdim…
‘Eğer, karşılık beklememiş olsaydın, karşılığını görmeyince üzülmezdin, hayıflanmazdın böyle… Belki farkında değilsin, ama içinde bir yerlerde, en derinlerinde, bunların geri dönüşlerini alacağın düşüncesini taşıyordun içten içe, alamayınca da yaşadığın duygu, öfke, üzüntü, hayal kırıklığı oldu işte’ dedi….
Kötü hissettim kendimi…
Beni ben yapan güzellikleri, iyilikleri, ileride bir gün karşılığını alacağım beklentisi ile mi yapmıştım gerçekten…
Cevabım belliydi; Kocaman bir Hayır…
Peki öyleyse yaptığım fedakarlıkların aynısını göremeyince, verdiğim emeklerin havada uçuştuğunu görünce, aynı değeri hissetmeyince neden bu kadar üzülüyordum…
‘Üzülme, yalnız değilsin’ diyen sesiyle arkadaşımın, daldığım düşüncelerden sıyrıldım…
‘Üzülme, yalnız değilsin, bu duygu karmaşasını yaşaman normal çünkü aslında sen dahi farkında değilsin beklentilerinin’ dedi…
Gerçekten böyle miydi, yoksa farkında mı değildim bilmiyorum ama somut olan bir şey vardı ki o da, yaptıklarımın ve emeklerimin geri dönüşlerinin olmayışının beni derinden yaraladığıydı. Ama ben bunları beklentisiz yaptıysam eğer, yaralamaması gerekmez miydi…
‘Tanrıya bile rüşvet teklif ediyoruz bilmeden’ dedi arkadaşım…
‘Tamamen bilinçsizce, hatta belki iyiniyetle yapıyoruz ama aslolan bu;
Fakire yardım ediyoruz; ‘Allah’ım bana daha çok ver’ diyoruz, dua ediyoruz, karşılığında isteklerimizi kabul et diyoruz, oruç tutuyor, namaz kılıyor, hacca gidiyoruz, böylece bizi cennetine kabul etsin istiyoruz…
İnsan olmanın mayasında bu var aslında.
Kıytırık bir elma yüzünden cennetten kovulan Ademin bencilliğinin cezasını, milyonlarca yıldır hepimiz çekmiyor muyuz, tekrar o cennette girebilmek için değil mi tüm nefsi çabamız…”
Sahiden de aslında mantık basitti, düz mantığa dayalı matematiksel bir formül;
İyilik yapar, emek verirsin, karşılık beklemez, Allah için yapmış olursun.
Sonuç, karşılık göremesen de üzülmezsin, zaten karşılık görmeyi beklemiyorsundur. Olur da görürsen, bu işin bonusu olur, göremezsen de Allah için yaptığın için Allah katında mükafatlandırılırsın…
Ya da, iyilik yapar emek verirsin, ama içten içe karşılık beklersin.
Sonuç; karşılık beklediğin için göremeyince üzülür, üstüne de bir güzel öfkelenirsin. Karşılığı karşı taraftan beklediğin için de Allah için değil karşı taraf için yapmış olursun. Böylece ne karşılık görür ne de Allah tarafından mükafatlandırılırsın…
Olgun bir sohbet, kaliteli bir paylaşım, aydınlanma yaşattı bana…
Birden şimşekler çaktı beynimde…
Tüm taşlar, oturmaya başladı gözümün önünde…
Yaptığım için hayıflandığım, haksızlık diye haykırdığım iyiliklerime, yaşadığım fedakarlıklara da bilinçsiz de olsa, içimin çok derinliklerinde bir yerde karşılık bekliyormuşum meğer…
Daha çok sevilmek, değer görmek, sahip çıkılmak gibi tamamen insani kaygılar, bu çok güzel hareketlerin menşeini oluşturuyormuş …
Ve birden, onların değeri ve önemi bir anda yok oldu gözümde, anlamsız kaldılar içimde…
Yaptıklarım tüm anlamını yitirdi iyilik olma nezdinde, sıradan, hesaplı statikolardan ibaret olup eridiler önümde…
Bıraktım sızlanmayı haksızlık bunlar diye, boşverdim üzülmeye yaşanılan adaletsizliklere…
Anladım ki iyilik, karşılık beklenilmeden yapıldığı zaman iyilik, emek, geri dönüşü gelmeyecek dendiğinde emekmiş…
Ve o zaman anlamlıymış; kul bilmese de hak mutlaka bilirmiş…
Suçlamaktan vazgeçtim herkesi ve en başta da kendimi…
Çözdüm beklentisiz sevmeyi bile beceremezken, iyilik yapabilmenin o büyük erdemini…
Yüreğimi eğitmesini öğrendim...
Talep etmemeyi, nefesi derinden alıp-dışa vermemeyi, yürümesini öğrendim, düşe kalka...
Canım acısa da üstünde durmamayı, gerçekleştirmeyi öğrendim düşlerimi... Geriye itip bastırabilmeyi korkularımı, hayal kırıklıklarımı ve yüzümü güneşe dönmeyi tutkuyla ve heyecanla…
Hayat, kısacık zamana sığdırılmış uzun bir yol…
Bu yolda ilerlerken, tutun sevdiklerinizin ellerinden, yaptığınız güzelliklerle ufuk açın kalplerine,renk olun gönül bahçelerine…
Beklemeyin karşılık falan, tadını çıkarın karşılıksız değerlerin, emeklerin, sevmelerin…
Atın denize iyilikleri, bilmezse hain balıklar kıymetini, içiniz rahat olsun, Hatırlayın Halik’i ve nasıl dürdüğünü bu balıkların defterini…