Kar Tanesi
Gün doğuyor, saat zamansızlığı gösteriyor yelkovanda.
Akrep zembereğin içinde rutin yürüyüşüne başlamış ama rakamlar pek bir sessiz, kadrandan habersiz.
Odanın içi fazlaca aydınlık, kasvetsiz.
Güneş, kirpiklere tutunmuş; ‘uyan’ diyor, ‘uyan da bak dışarı’…
Şehir beyaza boyanmış, hem de bembeyaza.
Bahar dışarıda kalmış, içerde kar yağmakta.
Sakız kokulu beyaz kanaviçeler, ağaç dallarında sallanmakta, dantel dantel taneler yolları kapamakta…
Buz kokulu bir sessizlik var etrafta; Kar dünyanın sesini mi kısmış yoksa.
Ya da biraz makyaj yapmış, fondöten sürmüş dünyanın suratına…
Sıradan bir sabaha değil de kara uyanılan sabahlardır, zamanı farklı kılan.
Fonda Natalie Cole bir şarkı tutturmuş dokunurken yüreğe, çay daha bir çay, kahve daha bir tatlı, muhabbet sahlep koyuluğundadır artık.
Şehrin en namussuz anları bile bir başkadır, iffetiyle büründüğü gelinliğiyle.
Zaman, pijamalarını giyip, dumanı tüten bir kahve ile burnunu cama dayayıp tabloyu izleme zamanıdır, bir de yanında olmayanlara sövme, hayal kurmayanı da dövme zamanı…
İçinde sakladığın çocuk uyanır önce, karla birlikte.
Gökten oyuncak yağmıştır bir kere, tutamazsın, ne yapsan nafile.
Mavi, pembe, yeşil şapka ama ille de kırmızı bir burunla, ölümüne yapılan kartopu savaşları hatırlanır zihnin derinliklerinde.
Sırılsıklam olmuş bir beden ile teki kaybolmuş bir eldivendir geriye kalan, bir de bir avuç su birikintisinden ibaret kömür gözlü kardan adam.
Buz tutar resmi binalar, tatil olur okullar.
Kar her zaman güzeldi de, okul zamanı bir başka beklenirdi sanki…
Tabulardan koleksiyon yapmış bir kent için, hayat memat meselesidir kar; Yollar kapanacak, sokaklar donacak, işler aksayacak, eğitim duracak.
Kişi başına düşen gayrisafi milli hasıla, bir günlüğüne azalacak.
‘Dışarı çıkma’ denir, üşürsün.
‘Ayağın kayar, düşersin’.
Oysa alıcı kuşlar gibi başının üstünde dönüp duran kar taneleriyle, dünya daha bir ses verir kütürt diye, bastıkça üzerine.
Eksi bilmem kaç derecede, karla karışık aşk hüküm sürerken derinlerinde bir yerlerde, boyunu aşan ayak izlerinde bulursun gitmen gereken yönü de, yüreği de.
Bir melek kanadının beyaz püskülü gibi döne döne yağan kar, yüreğini düşürmüş binlerce sevgili demek değil mi, onlardan kopup inmemiş mi? ...
Bir şehre kar yağarken, tel tel ağarışı gelir saçların akla, geride kalan zamanlar, yaşanmışlıklar.
Kimi zaman kefen gelir, keten beyazıyla.
Toprağı örten kar, bedeni örten toprak.
İnsanoğlunun elleri yukarıda teslim oluşudur yeryüzüne, olmayan da bir çığ tanesiyle teslim olur elbette.
Bir şehre kar yağarken, ilk dizesi yazılmış müstakbel şiirler gelir akla.
Gölgesiz kafiyeler vardır, ellerin cebinde bata çıka yürüdüğün sessiz sokaklarda.
Tüm metropol, beyaz yorganını çekmiş, titreşime almışken kendini, bir o vardır buğulu bir camın gerisinde, bir de öpüşüyle yaralı sen…
Uzun uzun anlatmışlardı küçükken, kar nasıl oluşur, yeryüzüne nasıl doluşur diye.
Hani öyle beyaz, öyle duruydu ki kar, çok yapay kalmıştı bu bilimsel açıklamalar.
Bir türlü içime sindirememiştim, yakışmıyordu bu romantizme, materyalist yaklaşımlar. Kendimi, büyük bir yastık kavgası olduğuna inandırdım uzun zaman; Meleklerin yastık savaşı sonucu dökülen pamuklardı gökyüzünden.
Savaş ne kadar şiddetliyse, kar da o kadar çok oluyordu.
Büyüdükçe bir bulutun karnından doğduğunu kabullendim, kar tanesinin.
Aslında çöl fırtınalarının, çöllerden çaldığı kum zerreciklerinin bulutlara ulaşmasıyla başladığını, bu uzun yolculuğun.
Hava soğudukça, bu yorgun kum zerresinin etrafında toplaşmaya başlarlarmış su molekülleri ve altı koldan, ne beş, ne yedi, her zaman, her koşulda altı koldan sararlarmış taneciği. Kusursuz bir ahenkle, bir diğerine benzemeyerek altı koldan uzayarak oluşurmuş işte kar kristali.
Her şeyden habersiz kum zerreciği, nereden bilebilirdi ki, bir kar tanesinin kalbi olabileceğini, değil mi? …
Kar bir düş tanesiydi bence, diyarını şaşırdı.
Buluta daha fazla tutunamadı, ayağı kaydı ve usulca aşağıya doğru bıraktı kendini.
Diğerleri çoktan düşmüştü şehrin kızıl siluetine.
Sessizliğe bıraktı kendisini.
Binaların arasından tenha sokaklara doğru süzüldü ve bir şairin buram buram yalnızlık kokan omuzlarına kondu.
İşte o an anladı, yüreği taşan bir sevdaydı şaire gereken ve görmeyi bilenlerin çiçeğidir, karla gelen kardelen…
Derler ki; Kar taneleri düşerken her bir taneyi bir melek tutarmış.
Melekler birbirlerini incitmek istemedikleri için, hiçbir kar tanesi birbirine değmezmiş.
Bir de hikayesi varmış;
“Gökyüzünde yaşayan küçük kar taneleri varmış. Bu kar taneleri her kış gökyüzünden bir melek tarafından yeryüzüne düşürülür, yeryüzünde bir süre kalıp doğayı temizledikten sonra buharlaşıp gökyüzüne uçarlar, bir daha yeryüzüne yağmak için sıralarının gelmesini beklerlermiş. Bu küçük kar taneleri içinde bir tanesi varmış ki o diğerlerinden çok daha heyecanlıymış. Çünkü geçen kış yeryüzüne düşerken gördüğü genç bir kadına aşık olmuş. Bütün arkadaşları, bunun imkansız olduğunu söylemişlerse de nafile. Kar tanesi kararlıymış, bu yıl sevdasını fısıldayacakmış genç kadına.
Yeryüzüne düşme sırası geldiğinde meleklere yalvarmış sevdiği kadının olduğu yere düşmek için. Melekler üzülmüşler haline ve istediği yere, sevdiğinin tam yanağına düşürmüşler kar tanesini. Çok mutlu olmuş kar tanesi, bir süre sonra konuşması gerektiğini hatırlamış ve
‘Seni seviyorum’ deyivermiş. Genç kadın gülmeye başlamış kar tanesine ve ‘Saçmalıyorsun’ deyip onu elinin tersiyle itip buharlaşmasına bile izin vermeden akan suyu ayaklarının altında ezivermiş. Çünkü kadın, sevmenin ne olduğunu bilmiyormuş. Birden bütün kar taneleri deli gibi yağarak kadının oradan kaçarak uzaklaşmasını sağlamışlar fakat küçük kar tanesini kurtaramamışlar. Sevdası, sonu olmuş kar tanesinin. O günden sonra, yağan kar taneleri önce fırtına şeklinde yağmaya başlayıp arkadaşlarını andıktan sonra sakinleşip nazlı bir gelin gibi gökten süzülürlermiş.”
Bu hikayeyi dinlediğimden beri benim için kar daha bir farklı sanki daha bir özel.
Siz de kar yağdığında bir kez daha bakın dışarı.
Kar deyip geçmeyin, hatırlayın küçük kar tanesini.
Ve bırakın üzerinize düşen kar taneleri, kendiliğinden gidene, eriyene kadar orada kalsın;
Kim bilir belki de size bir şey söylemeye çalışıyorlardır, belli mi olur…
Cansen ERDOGAN