Sıradan günlerden biri, bir perşembe akşamı…
Hafta sonuna yaklaşmış olmanın umudu ile son birkaç günün yorgunluğunun homojen olarak birleşiminden ibaret bir ruh hali içindeyim. İşte koşturma, evde uğraşma derken, tüm gün bilgisayar başında gözlerimi kör etme noktasındayken, başım ölümüne çatlarken ve şu anda yastığıma sarılarak yatmış olmam gerekirken Zorlu Center Performans Sanatları Merkezi fuaye alanında çevreme bakınıyorum…
Bundan birkaç gün önce, toplantılar arası koşturma arasında, çok sevdiğim bir arkadaşım arayarak; perşembe günü, çok güzel bir konser için davetiyesi olduğunu ve bu konseri kesinlikle kaçırmamam gerektiğini söyledi. Kimin konseri olduğunu sordum, hızla bir isim söyledi ve ben daha önce duymadığım bu ismin kim olduğunu anlayamadan alelacele kapattı. İki - üç gün geçti ve işte şimdi burada, hayretle etrafı izliyordum. Az önce keyifli bir yemek ve şarap eşliğinde birazdan izleyeceğimiz konserin detaylarını öğrenmiş ve karşımdaki inanılmaz kalabalıkla birlikte heyecanla başlamasını bekliyordum.
Işıklar söndü, sahne aydınlandı ve işte O;
Pembe tuvaleti, başında çiçekten bir taç ile Karsu karşımızda…
Hatay’ın Karsu köyünden Hollanda’ya göç etmiş gurbetçi bir ailenin kızı…
1990 doğumlu. Babası Amsterdam’da ‘Kilim’ isimli bir lokanta işletiyor.
Karsu yedi yaşındayken ailesi, araba almak için biriktirdikleri para ile bir piyano alıyor, hikâye de böyle başlıyor.
On dört yaşında babasının lokantasında hem garsonluk yapıp hem de piyano çalarken sıra dışı yeteneği fark ediliyor ve henüz yirmi dört yaşında dünyaca tanınmış caz piyanistlerinden biri oluyor.
Evet, dünyaca ünlü dedim, çünkü bugün ancak özel yeteneği olan, seçilmiş sanatçıların çıkabildiği New York’taki ünlü Carnige Hall’de iki kere konser vermiş, biletleri kapalı gişe satılan, yüzlerce ülkede tanınan bir sanatçı bu egosu olmayan, doğal ve zarif genç kız.
Konser başladı, ona gitarist, baterist, viyolonist ve saksafoncudan oluşan dört tane genç ve sempatik müzisyen eşlik ediyor.
Karsu’yu dinlemeden, onu anlatmak imkânsız.
Yok, böyle bir ses, yok böyle bir gırtlak.
Gurbet vurmuş sesine, notalar yüreğinden akıyor.
Hem çalmak hem söylemek zordur ya hani, bu kız bambaşka.
Parmakları piyanoyla sevişiyor, ruhu tuşlarda geziniyor.
Herkes öylesine büyülenmiş vaziyetteki, salonu dolduran 3500 kişi sanki nefes dahi almıyor.
Doğu - batı motiflerini çok güzel sentezleyen Karsu, modern batı müziği ile başladığı bir eserin sonuna bir Karadeniz ezgisi ekleyebiliyor, oradan Latin müziğine de bir selam vererek Salsa’ya geçip yoluna Blues, Funk, Reggea ile devam edebiliyor.
Örneğin Barış Manço’nun ‘domates-biber-patlıcan’ını blues formatında söylerken,
‘Divane âşık gibi’ de tüm salonu ağlatabiliyor.
Konser sırasında, sol elinin işaret parmağının sarılı olduğunu fark ettik. Yaklaşık bir saat önce ters bir hareketle parmağını kırmış olduğunu ama konserin başlamasına az bir vakit kaldığından hastaneye gidecek zaman olmadığı için bir hemşirenin gelip sardığını, bir şekilde idare edeceğini öyle sıcak, içten söyledi ki sahneye çıkıp sarılasım geldi bu mütevazı şirinlik abidesini.
Bu, saçma kaprislerle sahneye geç çıkıp saatlerce izleyicilerini bekleten sanatçı müsvettelerine ders olsun diye geçirdim içimden.
Yeni çıkardığı albümündeki şarkılardan biri olan ‘Gesi Bağları’na Amsterdam’da klip çekmeyi planlarken Burdur Gölü’nün kuruma tehlikesi ile karşı karşıya kalmasından dolayı dikkatleri buraya çekmek için, sosyal bir sorumluluk vicdanı ile klibini Burdur Gölü’nde çekecek kadar iyi kalpli, Antep konserinde saksafon ve melodika ile ‘Hele Hele Antepli’ diye çalıp söyleyecek kadar mütevazi bir sanatçı.
16 yaşında Long Island Müzik Üniversitesi’nden kazandığı burs ile gittiği Amerika’da New Orleans’taki Underground caz kulüplerinin de müdavimi olan Karsu, sabahlara kadar süren dinletilerde siyahî sanatçıların icra ettiği müzikle blues krallığının ilerideki varislerinden biri olmayı kafasına koymuş - ki ben öyle olacağına eminim.
Hollandalı yönetmen Mercedes Stalenhoef tarafından beş yılda çekilen “Karsu” adlı belgeselde yaşamı konu edilen Karsu Dönmez, Caz, Blues, Funk ve etnik müziklere dayandırdığı ve seslendirdiği eserlerin büyük bölümünü kendisi bestelemekle kalmayıp orkestrasyonları da kendisi yazıyor. İnce esprileri, inanılmaz sahne performansı, piyano ustalığı, sesinin içimi huzurla mutlulukla aşkla dolduran tınısıyla hayatımın en keyifli konserlerinden biri oldu Karsu konseri. Bu inanılmaz yeteneği, dünya tatlısı kızı tüm salonla birlikte ayakta alkışlarken, arkadaşıma minnetle sarıldım bu konser için, tüm kalbimle teşekkür ettim…
Tanrı kanat vermemiş bize, oradan oraya uçamıyoruz belki ama müzik vermiş, ruhumuzun çatlaklarından içeri sızıp, gözlerimizi kapatıp unutalım şimdiki zamanı diye.
Müziksiz hayat olmaz çünkü hayatın kendisi müziktir.
Bazen nostalji, bazen duygusal, hareketli.
Çok renk, çok ses.
Günlük hayatta da arabesk.
Şarkılara ‘parça’ denir, çünkü içimizde, dile gelmemiş bir boşluğu doldururlar.
Ve hayat küçük şeylerden oluşur, biz seversek eğer büyük olurlar…
CANSEN ERDOĞAN
Twitter’dan takip etmek için
@cansenerdogan