KAYBETMEK... !
Ya yazmayayım diyorum, ellemeyeyim diyorum ama yazılmayacak, değinilmeyecek gibi de değil ki hani. Kolay mı tarihin belki de en heyecanlı, en enteresan seçimlerinden birine şahit olduk. Tüm adayların kazandığı, zaferlerini şehrin dört bir yanına asılan pankartlarla paylaştıkları, kaybedenin olmadığı bir seçimdi bu, dünyaya bir demokrasi dersi verdik adeta. Gerçekten unutulmaz bir seçim yaşadık ki hala da yaşıyoruz çünkü sonuçları hala bilmiyoruz. İstanbul’un fethi bile bu kadar uzun sürmemiştir bence. Hayır, hazır her şey yeniden sayılıyorsa benim kaybolan yıllarımı da bir saysınlar, belki tahmin ettiğim gibi değildir, kim bilir…
Şaka bir yana trajikomik bir durumdayız ve kimse kaybettiğini kabul etmiyor. Kabul etmemeyi geçtim, herkes kazandığını iddia ediyor. Aslında gündelik hayatta da böyle değil mi? Bu kadar zor mu gerçekten kaybetmeyi kabullenmek ya da kazanmak bu kadar önemli mi?
Sınavlar üstüne kurulmuş bir hayatta kazanmak ve kaybetmek önemli tabi ki. Ama nereye kadar? Başkalarını kazanmak için kendini kaybetmek doğru mu acaba?
Üç-beş kuruş daha çok kazanmak için, kendini, değerlerini, eş-dost çevresini harcayanlarla dolu ortalık. Sonu olmayan bir kazanma hırsıyla en yakınındakine bile acımayan, çalıp çırpan bir güruh var etrafta. Peki, ne uğruna?
Kaybedişlerin anlık üzüntüsünü, haksız zaferlerin ömürlük vicdan azaplarına tercih etmediğimiz gün tükendik biz. Bir şeyi kazanmadan önce gerçekten hak edip etmediğimizi sorgulamadığımız gün yenildik. Her şeyi kaybetsek bile bir gün, çay koyup yeniden başlayamadığımız gün ise bittik!
Bize kızıyorum ben en çok, annelere, babalara, toplumlara. Kaybetmeyi kabullenmenin erdeminin kazanmaktan önemli olduğunu öğretmeyen okullara. Çocukları yarış atı gibi koşturan sisteme, kazan-yetmez daha çok kazan diyen düzene kızıyorum. Sonu olmayan hırslar uğruna anları ıskaladığımız zamanda, kaybettiğimiz koca bir ömür değil mi aslında…
Yerine yenisini koyamadıklarımızı, telafisi olmayanları kaybetmek zor, gerisinin illa vardır berisi, gerisi dibi. Ama bazı şeylerin tekrarı yoktur, hayat gibi, zaman gibi, aşk gibi…
Hayatın en kalleş çelmesi bence, değeri olan şeylerin ancak kaybedilince anlaşılabilmesi. Güzel zamanların, özel insanların, kıymetli anların önemi, artık onlara sahip olmayınca anlaşılıyor genelde. Yanımızdayken değil, hayatımızdayken değil çünkü o zaman nasılsa elimizde. Ama bir gün gittiğinde, onunla birlikte anılar, umutlar bittiğinde, hayatında açılan boşluk çok derinden hissedildiğinde dank ediyor bir şeyler, acıyor bir yerler insanın yüreğinde. İşte o zaman vakit çok geçtir, keşke demek için bile. Geçer ömür bir ah ile, içi dolu eyvah ile.
İflah olmaz bir Pollyanna olduğum gerçeğini kabullendiğinizi varsayıyorum artık. Hayat bunu kabullenmemekte dirense de o da alışmaya başladı yavaş yavaş bence. Diyorum ki kaybetmek, aslında kazanmaktır belki de. İçimdeki Pollyanna’nın yalancısıyım ben, o diyor böyle. Sebebi de şuymuş; Hayattaki en pahalı şey tecrübe, onu kazanmak içinde bazen kaybetmek gerekiyormuş.
Haklı galiba Pollyanna yaa, tecrübe acılardan doğup haksızlıklarla beslenip, kayıplarla oluşmuyor mu? Kazanmaların ardında kaybedişler duruyor. Ondandır işte öldürmeyen acılar, güçlendiriyor. Her kaybediş bir sıfır. Bazen sıfırlar öyle çok oluyor ki yan yana, yan yana yazılıyor. Sonra bir gün bu kaybedişlerden edinilen tecrübeyle doğru kararlar veriliyor ve sıfırların soluna 1, 2,3 gibi rakamlar yazılıyor. İşte bu rakamlar tek başına küçük gözükse de yanındaki sıfırlarla binler, milyonlar ediyor. Yani diyorum ki her kazanç, önceki kaybedişlerle anlam kazanıyor, zengin duruyor.
Ölüm herkes için bir son, yaşamak ise bazen “keşke ölsem de kurtulsam” dedirten bir savaş hali. İçinizdeki yenik ordulara, yaralılara, kayıplara, şehit askereler rağmen nefes alıyorsanız hala, yaşıyorsanız, sabah oluyor, güneş doğuyorsa inatla savaşın sonu asla belli değildir. Zafer, hemen önünüzde olabilir.
Hayatta en korktuğum insan, kaybedecek şeyi olmayan insandır. Ailesi, işi, eş-dost çevresi, değerleri olmayan kişiler korkutur beni. Her türlüğü kötülüğü, menfaatleri için her şeyi yapabilir bu kişiler. Çünkü kaybedecekleri, gittiğine-bittiğine üzülecekleri yoktur onların. Siz hiç mutlu bir ailesi, sevdiği bir işi ya da güzel bir arkadaş çevresi olan seri katil, canlı bomba, terörist gördünüz mü? Ben görmedim…
Sihirbaz değiliz ama biz de çok şeyimizi kaybedebiliriz. Bazılarını sonra yerine de koyabiliriz. Ama sizi temin ederim güvenini ve ümidini kaybetmiş bir insandan daha yalnızı yoktur bu hayatta. Çünkü güven bir kere kaybolursa bin kere sorgular insan berisini. O yüzden ne yaparsanız yapın ama asla bir insanın güvenini, ümidini kaybetmesine sebep olmayın. Hayallerini çalmayın, hayalkırıklığının sebebi olmayın. Belki de sahip olduğu tek şeyi odur…
Ve olur da kaybederseniz bir gün her şeyi, kalmazsa umudunuz hayattan, başkalarından hatta insanlıktan isyan etmeyin, sessiz kalıp bekleyin. Tutunmak için sebep, bir yerden mutlaka gelecektir. Çünkü,
Sükût bürünmüşse dillere, yara derindir!
Yara derinse,
Allah Kerim’dir!
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: @cansenerdogan