Enteresandır kelebeğin hayatı…
"İpek böceği tırtıllarının çoğu kelebek olma aşamasına gelemez. Dut yapraklarını yiyerek büyüyen tırtıllar, kuru dallara ya da çalılıklara yerleşerek kendilerine koza örmeye başlarlar. Tırtılın ağzından salgıladığı tükürük havaya değer değmez sertleşir ve ipek ipliklerini oluşturur. Tırtıl, yaklaşık 800 metrelik tek ipek telinden bir koza örer ve kendini bunun içine hapseder. İki, üç hafta içinde, kozanın içindeki gelişimini tamamlar ve kelebek olur. Kozayı deler ve kanatlarını çırpa çırpa uçmaya başlar. Büyük bir yaşama sevinciyle, çiçekten çiçeğe uçarak güzelliğini herkese sunar. Ama bu kadar uğraş, çaba, emek sonucu kazanılan yaşamın ömrü, sadece bir gündür…
Değer mi acaba, tırtılın, kelebek olmak için çabası, sadece bir gün yaşamak adına…
Değer herhalde, değmeli…
Bir tırtılla kelebeği yan yana koyunca, buna değeceğini düşünüyorum. Bir günlük de olsa artık kelebek olmuştur, güzelleşmiştir. O bir güne sığdıracaktır hayallerini, yaşayacaklarını yani hayatını…
Sonu ölüm dahi olsa kozasından çıkıp hayata karışmayı, kanat çırpmayı tercih etmiştir, saklanmak yerine…
Sözlük anlamıyla kelebek; “tırtılın kanatlı hali, yani sürünmenin bedeli, cefanın sefası”, bilmem anlatabildim mi?
Kelebek bana mucizeyi çağrıştırıyor... Ve mucizesini bırakıp gitmeyi…
Kelebekler kötülük, çirkinlik ve kabalığı kaldıramazlar. Onlara asla egemen olamazsınız. Onlara sahip olduğunuzu düşündüğünüz an ve böyle davrandığınız zaman, bir gün uçar giderler... Elinize aldığınızda, kanatlarındaki pullar elinize gelir ve onun için artık uçabilmek imkânsızlaşır ve mucizelerini kaybederler. İşte o zaman ölürler.
İnsanoğlu süre giden bir yalnızlık içinde; içine girip saklandığı kozada kurumasını da bilmiyor, kelebek olup uçmasını da…
Ömürleri bir gün diye acıyor kelebeklere ama kendisine hiç acımıyor, boşa giden günlerine de…
Ne kadar yaşanıldığı değil önemli olan, yaşanılana ne katıldığı…
Doğup büyüyor insan, hayat diye verileni yaşayıp sahneden ayrılıyor, ama son replik hep aynı; “keşke şunu da yapsaydım…”
Acıyoruz kelebeklere tüm ömürleri bir gün diye, oysa kelebek olan tırtıl alabildiğine uçuyor gökyüzünde, rengârenk çiçekleri okşayıp tül kanatlarıyla rüzgârla dans ediyor ahenkle…
Güneş ekip gökyüzüne, güzellik biçiyor gözlerimize…
Oysa biz kozamıza saklanıp dışarı başımızı uzatmıyoruz bile…
Yaşıyoruz rutinimizi, kurallar silsilesiyle…
Düşünün hiç fark yarattınız mı, bir sürprizinizle, seçiminizle, yaşadığınız sevgiyle…
Cevabınız hayır ise, ne fark var ha doksan sene kalmanın, ha kelebek gibi bir gün yaşamanın, sorarım size…
O yüzden kelebek; Sen boş ver bizi, uç gönlünce, bizlerin hiç kanatları olmadı ki…
Sen boş ver, uç kendin gibi, kelebek gibi...
Bilirler kelebekler, ömürlerinin bir gün olduğunu…
Her bitkiyi severler tülden yürekleriyle, her çiçeğe yaren olmak isterler son nefeslerinde bile…
Bir kelebek ömrünce, ama gönlünce yaşarlar sevgilerini de…
Aşk da öyle bir şey işte; sevgilinin ruhundaki renklerin büyüsüyle, kelebek kanatlarının zarif inceliğiyle ve bir kelebek ömrünce sevmek…
“Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini hayata açmış. Kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış. Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da, rengârenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış.
Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmaya başlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış.
Derken bir vadiye gelmiş. Rengârenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye… Etrafına şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatya görmüş. Bir anda afallamış. Ne düşüneceğini, ne yapacağını bilememiş. İçinden; “Ne muhteşem bir çiçek” diye geçirmiş. Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin
üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu.
"Merhaba" demiş papatyaya...".
Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve "Merhaba" demiş, "ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten."
Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek, ona hayat hikâyesini, nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış, papatya da ona kendinden bahsetmiş. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş. Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı güneşin yakıcı ışınlarından korumuş. Minik kelebek papatyayı çok sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış.
Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret edip de bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan, incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmuş. Papatya da kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini, duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği
kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yana ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler. Böylece saatler saatleri kovalamış.
Zaman geçip de kelebek artık zamanının kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya dönmüş ve "Üzgünüm ama senden ayrılmam gerekecek" demiş.
Papatya buna bir anlam verememiş. "Neden ?" demiş. "Yoksa benim yanımda mutsuz musun?".
"Hayır" demiş kelebek. "Bilakis, sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü sadece bir gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim."
Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş zaten…
Kelebek, artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya;
"Sevi seviyorum" diyebilmiş ancak.
Papatya donakalmış, hiçbir şey diyememiş… Ardından da gözyaşlarına boğulmuş. İçinden; "Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim. Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş.
Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş, sonra da dökülmeye başlamış. Her düşen yaprakta papatya; "seviyormuş" diye geçirmiş içinden ve dökülen son yaprakla birlikte düşmüş yere, kavuşmuş kelebeğine…
İşte o günden beri, bunu bilen âşıklar, sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş:
"Seviyor mu, sevmiyor mu?"...
Rengârenktir kelebekler, mucizenin adıdırlar, değişimin rüzgârları…
Ama en güzel kelebekler, midemizde uçuşanlar…
Aslında ondandır kelebeklerin ömrü, bu kadar ilgilendiğimiz ve geçmemesi midemizdeki kıpırtının tek istediğimiz…
Kim bilir belki de bu yüzden kelebeklerin ömrünü bir gün yaptı Tanrı!
Her “seni seviyorum” dediğimizde tekrar tekrar hayat bulsunlar diye...
Cansen ERDOĞAN