LALE DEVRİ
Sahil boyunca araba kullanıyor, bir yandan da nereden dilime dolandıysa; “Bahar geldi, çiçek açtı, dağ orman” şarkısını mırıldanıyordum. Ağaçlara konuşlanmış bahar dalları güneşle fingirdeşiyordu fingirdeşmesine de dışarıdaki ayaz, güvenmemem gerektiğini fısıldıyordu kulağıma; “İnanma ona, yorar seni, kırar. Çünkü bu yalancı bahar”…
İşte o sırada gördüm onları, yolun kenarında nazlı nazlı salınıyorlardı. Utangaç bir gülümseme ile başlarını öne eğdiler, beni görünce. Oradaydılar işte, için on bir ay beklenen çıkması için yeryüzüne, geldiklerinde yanlarında baharı getiren, ince ve narin bedenlerinin üzerinde, ateşten tenleri, suya doymuş dudaklarıyla, varlığın, kırılganlığın, tanrının çiçekleri; Laleler…
İstenip de sahip olunamayan, dokunmaya kıyılamayan, aradaki mesafe asla tam olarak aşılamayan gizemli bir çiçek bence lale. Güzel kokmadığından mıdır ya da diğerleri kadar çarpıcı bir albeniye sahip olmadığından mıdır nedir, öyle bağrımıza basmamışızdır onu pek. Hz. Âdem cennetten kovulduğunda, yere düşen kanlı gözyaşlarıyla yeryüzünde biten bu efsunlu çiçek, Türkiye’de en çok koyulan 316. isim olarak özel bir ilgiyi hak ediyor bence.
İflah olmaz bir romantik olarak lalenin ortaya çıkışını buruk bir aşk hikayesine bağlamamak bana yakışmaz diyorum ve ekliyorum;
“Aşk tanrıçası Afrodit ve ölümlü sevgilisi Adonis, ormanda avlanmaya giderler. Adonis avının peşine düşmüş ormanda ilerlerkenAfrodit’in eski sevgilisi olan savaş tanrısı Ares, çok kıskanarak Adonis’in avda tek başına kaldığı bir anda yaban domuzu kılığına girip ona saldırır. Afrodit kurtarmak için koşsa da o yetişene kadar Adonis ölür. Afrodit, sevgilisini ölüler diyarına götürmek üzere kucaklar. Yürüdükçe, Adonis’ten damlayan kanlar adım başı yeryüzüne dökülerek birer çiçeğe dönüşürler; Adonis ile Afrodit aşkının hatırasıymış laleler…
Tuhaf bir ironi aslında, laleyle aşkı benzetmek. Hani denir ya; “Mevsimlik değil ömürlük olsun aşkımız” diye lale de tam tersine, ömürlük değil mevsimlik. Eylülde dikilir, nisanda açar, temmuzda solar. Anlaşılan o ki; Boşuna, “en üzgün gülümseme” olarak adlandırmamış Mevlana, laleyi…
Yazarak, daha bir farkında olarak yaşamaya başladım sanki hayatı, daha dikkatli bakarak, sorgulayarak. Mesela neden dini öğretilerde, minyatür, hat ve tezhip sanatlarında, divan edebiyatında laleden çok sık bahsedildiği ya da neden ona Tanrının çiçeği dendiği ?
Öğrendim ben, anlatayım, siz yorulmayın; Osmanlıca harflerle yazıldığında, Arapça olarak yazılan Allah kelimesiyle aynı harflerden oluşuyormuş lale - bu biirrr. Allah’ın birliğine işaret eder gibi tek sap üzerinde tek çiçek açması - ikiiii ve renkli yapraklarının yukarıya doğru olmasının, bir dervişin duâ edişindeki edâyı andırması da üüüççç.
Sessiz, mağrur ve de huzurlu olması cabası…
Kabul edelim, papatyalara sorarken 'seviyor mu - sevmiyor mu?' diye, güllere vurulurken pare pare, keşfedemedik lalenin o gizemli dünyasını, kışı baharla kavuşturan sessiz dansını.
“Güllerin içinden canım, koşarak koşarak gel bana” diyen adama koştuk da, “Uykulu gözlerle dönüp rüyasından, çiçek pazarından sarı laleler” alan adamı dinlemedik. İkisi aynı adamdı oysa, göremedik…
Sevgili lale; Benim için koca bir kıymet bilmezliği temsil eden çiçeksin, darılma gücenme.
Ana vatanın Türkiye ama biz seni Hollanda’dan ithal ediyoruz, olacak şey mi ?
Sen git koca bir devre adını ver, yeniliklerin dönemi ol, zenginliğin, asaletin alameti sayıl, sonra da Büyükşehir belediyelerinin parkta, bahçede diktiği çiçek olarak anıl.
Bu tıpkı, Aşk-ı Memnu’daki Adnan Ziyagil’in kızı Nihal’i, ‘Adını Feriha koydum’ dizisinde kapıcı kızı olarak görmek kadar acı, yaralayıcı.
Şaka bir yana, hak etmiyor lale, ilgisizliği, sıradanlığı. Aslında varlığıyla ne güzel anlatıyor hayatı; Lâlenin ömrü kısadır, çabuk solar, biter tüm güzel şeyler gibi. Emek ister, tüm aşklar, dostluklar gibi.
Hazan bahçesinde umut arayanlar, baharın bu ilk aşkına duaya duranlar, çiçek kokulu yağmurlarla kalbi sulayanlar, tutunur lalenin kadife yapraklarına. Ümit ekenler, sevgi biçerler. Hayal edenler, gerçek ederler…
Kısa ömründen mi, yaşadığın gölge yerlerden mi yoksa boynunu hemen büktüğünden mi bilmem ama hüzün kokuyor laleler, bana göre.
Çok mu alınganlar, çok mu ukala, bilmiş…
Bizleri anlatıyor sanki, doğmuş, yaşamış, solmuş, bitmiş.
Tıpkı şarkıdaki gibi;
‘Çok geç kalmışız, vakit bu vakit değil.
Lale devri çocuklarıyız biz, zamanımız geçmiş…’
CANSEN ERDOĞAN
twitter : @cansenerdogan
instagram : cansenerdogan
Snapchat : cansencann