Limiti koyan zihinse, kır zihninin zincirlerini... !
“Benim alfabem seninki gibi A-B-C ile başlamıyor” diyor Ela, hocasına. “Benim alfabem bir renkle başlıyor; Siyah ile”….”Ben ona o kelimeyi hiç öğretmedim” diyor öğrencisi için Mahir hoca, “ben ona imkansız’dan hiç bahsetmedim…..”
Serin, puslu ve sakin bir pazar günü sinemadayım işte. Patlamış mısırların içine gömülmüş, boğazımda bir yumru, gözlerim az sonra patlayacak bir selin habercisi, ıslak ve nemli. Konusu aşk değildi.Bir şehri, ülkeyi uzaylılardan, düşmanlardan yada vebalı bir hastalıktan koruma savaşı da değildi. Güvenin hikayesiydi izlediğim, inancın, sonsuz sabrın, azmin ve imkansız denen bir başarının. Sağır ve gözleri görmeyen küçük bir çocuğun imkansıza tutunma öyküsü. Onun hayalleri yetmişti hocasının geri kalan hayatına ve hocasının hayatı sığmıştı onun o küçücük dünyasına. Bir an için kapayın gözlerinizi sımsıkı, koyu karanlıklar yerleşsin gözbebeklerinizin ucuna, tek bir ışık huzmesi olmaksızın… Tıkayın kulaklarınızı, ne bir ses, ne bir fısıltı ya da melodi. Kalın biraz öyle; Ne kadar dayanabilirsiniz; On dakika, iki saat çok zorlarsanız belki birkaç gün ama o kadar…Kapkara bir dünyada yapayalnız kalmak sonra da kalbinin ışıklarını takip ederek ite kaka yürümek aydınlığa. Kimseler inanmasa da sana hatta kendin bile inanmazken buna, başarmak ve gurur duymak kendinle ve yaşatabilmek bu gururu çevrendekilere…
‘Benim Dünyam’ böyle bir filmdi işte. Çoğu kişinin; ‘Aman benim yüreğim kaldırmaz diye çekindiği, ‘Çok ağlamaklıymış, dayanamam ben şimdi’ diye gitmediği…Oysa tam da gidilecek filmmiş aslında, hazır kendimizle yüzleşmek çekindiğimiz, şükür nedir bilmediğimiz bu günlerde. Alkışlanacak oyunculuk performanslarını saymıyorum bile. Boğazımda düğümlenen ve konuşmamı engelleyen o yumruyla filmden çıkıp da çevreye bakındığımda gördüğümü fark ettim etrafı, baktığımı değil. Bir cafenin önünde içeri girmek için sıra beklerken üşümemek için birbirlerine sımsıkı sarılan çiftin mutluluğunu görebildim, ne mutlu bana ki. Elindeki şekeri, başında beresiyle paytak paytak yürüyen çocuğun yüzündeki keyfini, ‘Daha ödevlerin var yapılacak, bıraktın yine son güne’ diyen annenin sesindeki ciddiyeti duyabildim. Az ileride çalan akordiyonun neşeli melodisiyle sağa sola sallanabildim. Para,pul, şan, şöhret hiçbiri değil; Asıl gücün dışarıda değil içimizde, Allahın bahşettiklerinde sahip olduğumuz için çok şanslı olduğumuz ama bunu hep unuttuklarımızda olduğunu hatırladım…
Güçlü olmak; Karanlık ve sessiz bir dünyada hayatta kalabilmektir; düşmeden, yitip gitmeden. Peki başka ? İhtiyacın olduğunda ‘gel’ diyebilmektir güçlü olmak, sanılanın aksine. Hayatın acı sürprizlerini nasır tutmuş duygularla kucaklayabilmek, hayat nereden vurursa vursun ayakta kalabilmek, geldiği şekilde kabul edebilmektir. Sevebilmektir; soluksuz ve karşılıksız. Sevmezsen kalbin duracağını bilmektir. Kadının gücü, doğuştan gelen asaletindendir. Erkeğin gücü ise bir kadına vurmakta değil, bir kadına vurulmaktadır.
Haksızlığa karşı durabilmektir ki, bu bazen tüm dünyaya karşı gelmek bile olsa. Gözlerinin etrafını aydınlatan ışığı söndüğünde, küllerinden yeniden doğabilmektir. Öldürmedikçe katmerlenendir içinde. Dostun vefasızlığında, yarin ihanetinde, zalimin zulmünde direnmektir kendine, eğmemektir ne olursa olsun başını yere…Güçlü olmak, aşk uğruna girilen savaşların baştan kaybedildiğini bilmektir. Aşk, bir varış değil, yolculuğun ta kendisidir çünkü.
Her badireden kurtulmayı başarmış, başınızı beladan uzak tutabilmiş, tutamasanız da bundan sıyrılabilmişseniz tek başınıza, işte o zaman size verilen roldür güçlü olmak, başka bir deyişle size biçilen kaftandır. Ama bunun ne kadar bol geldiğini bir tek siz bilirsiniz…
Küçükken en güçlü kahramandı Temel Reis, böyle başladı ıspanakla kadim sevdamız. Küçücük omuzlardaki pazuların yeşil adıydı ıspanak. Büyüdükçe ıspanak yetmez oldu güçlü olmak için, biraz sabır, biraz güven ve koşulsuz inanç gerekiyordu yanında.
Güç, sabit değildir. Zamana ve mekana, yaşa ve şansa göre değişebilir. Mesela; Sular yükseldiğinde balıklar karıncaları yer,sular alçaldığında ise karıncalar balıkları…Kimse şimdiki gücüne güvenmesin, kimin kimi yiyeceğine su karar verir. Bir ağaçtan binlerce kibrit çöpü çıkabilir. Oysa yeri geldiğinde, bir kibrit çöpü, binlerce ağacı yok edebilir…
Velhasıl, güçlü olmak bir karakter işidir o yüzden karakterinize dikkat edin, bazen kaderiniz bazen kederiniz olabilir. Ve ağaca mı tırmanmak istiyorsunuz, o halde yıldızlara çıkmayı niyet edin; işte o zaman başarırsınız…
Cansen ERDOĞAN