Eski dilde, kırmızının bir tonu olarak da bilinen bir renk türü…
Var olmanın yarattığı tezahürlerle, Farsçada ateş…
Zerdüştlerde ölümü ve doğumu, mitolojide dünya, insan ve aşkı simgeleyen meyve…
“Kalbin ateşinin tutuşması” anlamına gelen Osmanlıca kelime…
Tutku ve arzunun meyve hali…
Soğuk ve karanlık bir gecede, dışarıda rüzgarın koyu uğultusuna kapılmış, gök gürültülü sağanak bir yağmur yağarken, mutfak masasının üstündeki kasede duran üç tane nar, gülümsetti beni.
Taptaze duran, görkemli, meşakkatli, sonbaharın hüznüne inat, aşkın en kırmızı halini taşıyan haşmetli meyve…
Gecenin koyuluğuna, yatsının alacalığına inat kıpkırmızı, ateş gibi…
Sonbahardan doğma, kıştan olma, soğuğa sitemkar, aşka davetkar…
Aşk ve Nar…
İkisi de üç harfli, ulaşabilmek dertli, tadına varmak meşakkatli.
İkisi de biraz tatlı, biraz ekşi, en çok da kekremsi.
Bir taneden bin taneye, bin taneden bir taneye dönüşülür, aşkın nar halinde…
Öyle her babayiğidin de harcı değildir dokunmak;
Lekesi kolay çıkmaz çünkü;
Kazınır üste başa, yüreğe, kalbe
Güzelliği gizli, tadı muamma olan, zor soyulan, anca ulaşılan, yense de doyulmayandır.
Ve ikisi de nazlı niyazlıdır.
Nar ağacı, en son çiçek açandır.
Efsaneye göre, ölüler tanrısı Hades, tarım ve bereket tanrıçası Demeter'in Zeus'tan olan kızı Persephone’a aşık olur. Persephone, Hades tarafından kaçırılıp ruhlar alemine götürülür. Yeraltının karanlıklarında, ışıktan uzak bir şekilde yapayalnız kalan güzel kızın tek bir kurtuluş yolu vardır; tanınan sürenin sonuna dek hiçbir şey yememesi. Uzun süre açlığa direnen Persephone, Hades'in uzattığı narlara hayır diyememiş ve yeraltında yaşamaya mahkum olmuş. Çılgına dönen Demeter, kızını aramak için yollara düşmüş ancak hiç bir yerde bulamamış. Bunun üzerine üzüntüsünden yaşama küserek ıssız bir köşeye çekilmiş. Demeter'in küsmesiyle toprağın bereketi uçup gitmiş, kıtlık başgöstermiş. Tanrı Zeus duruma müdahale ederek sorunu çözümlemiş. Bundan sonra Persephone, kışı kocası Hades'in, bahar ve yazı da annesi Demeter'in yanında geçirmeye başlamış ve toprağa yeniden bereket gelmiş. Rivayete göre, bereket tanrıçası Demeter, Persephone yeryüzüne çıktığında, bolluk ve bereket saçıyor, yeraltına döndüğündeyse üzüntüsünden gözyaşları yağmura, yüreğinin soğuğu kara dönüşüyor. Ve Persephone’nun yeraltında mahkum olmasına sebep olan, gözalıcı, parlak, kırmızı narlar, sonbaharın serinliğinde, kışın soğuğunda Demeter’in ruhuna dokunup yüreğine ulaşıyor…
Bu efsaneyle, hep bereketin, bolluk ve zenginliğin simgesi olmuştur Nar…Yeni doğan bebeğin başına Nar ağacının dallarından süpürge yapıp konur. Yeni gelinin başında nar kırılır, yılbaşı gecesi evin eşiğinde nar patlatılır. Türkler'in, tek tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık' da, gece gündüzle savaşıyormuş. Uzun bir savaştan sonra, gün geceyi yenerek zafer kazanmış ve bu, güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanmış. Bu zafer, bayram olarak kutlanmış; Bayramın adı Nardugan. Yani nar=güneş, tugan, dugan = doğan, doğan güneş…
Doğadaki her şey, rengini güneş ışığından alırken acaba o göz kamaştırıcı kızıllığı için mi, sadece nara “güneş” demiş atalarımız…
Yoksa sadece nar, bahardan başlayarak güze kadar çiçek açmaya devam ettiği ve meyve verdiği için mi?
Çiçekte meyvenin var oluşu herkesçe bilinir.
Ama meyvede çiçeğin devamlı şekilde mevcut oluşu, yalnız nara özeldir.
Bundandır ki nar, yar, söz, ışık, sır anlamlarında da kullanılır.
Güneşin yerdeki simgesidir nar.
Göz kamaştıran, yüreği yakan ne varsa anlatır, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun dizelerindeki gibi;
“Daha nem olacaktın bir tanem, gülen ayvam, ağlayan narımsın…”
Nar, insandır aslında; dışı bütün içi paramparça…
Öyle kolay çürüyüp bozulmaz, kara, soğuğa inat, dimdik durur ayakta.
Dışı serttir, kabuğu derin.
Kolay girilmez içine, kalbine giden yol zahmetli ve çetin.
Emek gerekir ulaşmak için, tadına varmak, içini keşif için.
Dıştaki sert kabuğu yarmayı başarırsanız bir şekilde, tanelerin üzerini kaplayan ve kurtulmanız gereken ince bir zarla karşılaşırsınız tadı buruk ve kekremsi.
Bu zardan da kurtuldunuz diyelim, sizi bekleyen bir engel daha vardır o lezzetli tanelerle aranızda.
Bu engeli aşmak için, taneleri tek tek ayırmanız gerekir bulunduğu yerden, ancak o zaman tadına varabileceğinizi bilirsiniz bu kutsal meyvenin.
Bu sorunu da çözüp ‘tamam artık’ dersiniz, ‘o inanılmaz lezzeti tadabileceğim’ ve büyük bir iştahla ağzınıza atarsınız taneleri. Güzel güzel çiğnerken dişinizin kesmediği, kesemediği sert bir şeyler farkedersiniz ve o zaman anlarsınız ki her bir lezzetli tanenin içinde sert bir çekirdek vardır.
Hiçbir insanın tam olarak teslim olmadığı anlamına gelen, en derinde bile kimselerin ulaşamayacağı minicik bir giz ve bu gizin de yaradan olduğunu…
Dünyanın da, insanlığın da sembolü nar; aynı rengi ve aynı tadı paylaşan binlerce tane’nin bütünü olarak, birçok meyvenin içerisinden ışıltısıyla sıyrılıp ateş gibi yanarak…
''Tek tek var olmanın dayanılmaz hafifliğinin, nar'ın kızıl kabuğunda birleşip bir bütün haline dönüşmesini seyrettiren, hissedişimizin en güzel sembolü " diye nitelendirilen…
İnsana dair tüm sırları barındıran, içi ateşten boncuk dolu bu özel meyve en çok aşka yakışıyor.
Tüm kırmızılar gibi; kırmızı güller, kırmızı dudaklar ve kırmızı narlar…
Murathan Mungan’ın ‘Kasım ile Süveyda’sında;
“Ne zaman nar bahçesinde uyuyakalsam, kırmızı rüyalar görürdüm orada. Şimdiyse yalnızca nar bahçesini, kırmızı bir rüya olarak görüyorum.” dediği…
Narın bereketi, hüküm sürmeli hayatta, ateş olarak yanmalı ruhlarda.
Ve hala kırmızı düşleri olan, aşka inanan insanların kutsal afrodizyağıysa, değeri bilinmeli mutlaka…
Tıpkı, yüreğiyle yaşayan, kalbiyle yaşayan insanlar gibi;
Nar çiçeğinden haylaz, gül dalından hovarda…