Bir gece önce… Saat:22.50 /Pazar;
- İşte saatler kaldı. Yarın minik oğlun okula başlıyor, ne kadar heyecanlı değil mi?
- Evet, çok heyecanlı ama neden sürekli dudaklarımı ısırıyorum, biliyorum sadece gergin ve endişeli olduğum zamanlarda ısırırım dudaklarımı. Niye gerginim, niye gözlerim doluyor durup dururken şimdi ve niye yatağının başucunda yarın giyilmek üzere duran okul formasına bakınca kalbim sıkışıyor heyecandan?
Kendi kendime konuşup duruyordum. Oğlum doğmadan önceki akşam hissettiklerime benzer duyguların aynısıydı hissettiklerim. O zaman hayata gelişiydi beni böylesine heyecanlandıran, şimdi ise hayata hazırlanışı. Süt kokan teni, gözlerini kocaman açıp hayatı keşfedişi, ilk dişi, ilk adımı, ilk kahkahası. Sonra anaokulu zamanları, ilk arkadaşları. Hangi ara büyüdü de okula başladı ya da zaman fark ettirmeden bizi böyle nasıl oyaladı. Daha dün beşiğinde uyuyuşunu izlerken bugün okul formasını ütülemek gurur, heyecan, meraktan örülü bir dairenin tam da merkez üssü olmak demekmiş meğer. Neyse birkaç saat uyumakta fayda var, yorgun değil gülen gözlerle izlemeliyim onu sabah…
Ertesi gün… Saat 08.30/Pazartesi;
Nasıl da kalabalık okul bahçesi… Öğrenciler cıvıl cıvıl, veliler kesinlikle onlardan daha heyecanlı, demek ki yalnız değilim. İlk kez okula başladığım gün geldi gözlerimin önüne, böyle miydik biz? Kalpleri ürkek birer kuş gibi çarpan siyah önlüklü çocuklar. Onların ellerinden sıkı sıkı tutmuş, hani bir bıraksa bir daha göremeyecekmiş gibi endişeli anne-babalar. Arada duyulan minik hıçkırıklar, sınıflara girmeyi reddeden korkmuş çocuklar. Öğretmenler son derece ciddi, herkesi annelerinden koparıp sınıflara tıkma hissiyle haykıran zil sesi. Üçer kişi oturulan sıralar, bitmeyen dersler, sonu gelmeyen ödevler…
Hayatın en önemli, en uzun, en sıkıcı dönemi okul dönemi. Yıllar süren, bitmek bilmeyen zamanların öznesi, çalışmanın, sıkılmanın, daralmanın yüklemi. Eminim hepimizin en birkaç kez içinden geçirmişliği vardır, acaba ne zaman bitecek bu okul dönemi.
Sonra yıllar geçer. Okullar biter. Para kazanma, para harcama, hayatı ıskalam dönemi gelir çatar. Okul döneminde kurulan hayaller hep ertelenir. Daha çok çalışmalı, daha çok kazanmalıdır insan, nasılsa daha çok vakit vardır. Canım onca sene beklenmiştir nasılsa, ne çıkar biraz daha beklemekten. Kur önce hayatını, bul hayat arkadaşını, çıkar aradan da çocukları, ondan sonra yaparsın kendinle ilgili planları. Hayat yeterince uzun nasılsa, e sen de yaşlanmayacaksın, enerjin, gücün de hep yerinde kalacak, ne diye gerçekleştireceksin düşlerini. Bekle biraz, nasılsa gelir onların da zamanı.
Diye diye geçer zaman;
İşin büyür, banka hesabın büyür, çocukların büyür, düşlerin ölür. Sorumlulukların öyle üst üste biner ki nereye yetişeceğini bilemezsin. Hep yapılacak bir iş, yetişilecek bir yer, dinlenecek birisi vardır. Gün hiç yetmez, saatler yetişmez. Okul dönemini özlemeye başlarsın, dilinde hep aynı nakarat;
Ne güzeldi okul yılları, tek derdin ders, tek sorumluluğun ödev, tek korkun sınav. Özenirsin öğrencilere, ahkam kesersin;
Bilin bu günlerinizin kıymetini diye…
Yahu iyi de sen değil miydin; ?
‘Bitsin artık bu okul da kavuşayım özgürlüğüme, koşayım hayallerime’ diyen.
Değişen ne;
Ruh halinin bir öğretmenin o anki moduna göre değişebildiği modern prangalı esaret dönemi mi özlediğin. Yoksa ‘ Ödevlerini bitirmeden hiçbir yere gidemezsin, oynayamazsın, yatamazsın diyen aile desturları mı? ‘Daha küçüksün, önce okulunu bitir’ diyen sesler gelmiyor mu arada kulağına geçmişten kopup gelen ya da ‘Hele bir görelim bakalım karneni, ondan sonra karar veririz’ diyen şartlı dolaylı tümleçler.
Aslında bir kaçış, öğrencilik yıllarını özlemek, öğrencilere özenmek. Zamanı düzgün kullanamadığımızı kendimize bile itiraf etmekten kaçınıp, yığılı sorumluluklardan bunalıp o tek sorumluluğun okul olduğu döneme sığınıp ıskalamak hayatı, tam da ortasından.
Oysa hasat zamanı şimdi hayatın, ekilenleri biçme. Keyif almadığın bir okulu, sevmediğin sınıfı değiştirmen zor belki ama işini öyle değil. Baktın olmuyor, baktın mutsuzluk galebe çalıyor, basarsın istifayı. Belki zorlanırsın ama yeniden başlarsın. Her şeyi durdurup, çekip gidebilirsin uzaklara, okulda öyle mi; en uzak gidersin karşı sokağa. Paranı kendin kazanır, hakkını alır, istediğin gibi harcarsın. Sonuca ulaşamasan da gidiş yolundan puan verirler, okulun aksine. Ve belki de en güzeli, üç yanlış bir doğruyu götürmez gerçek hayatta, aksine üç doğrunun bir yanlışı götürebildiği çok olur.
Aynı gün… Saat: 10.30/Pazartesi
Tören bitti, çocuklar sınıflara dağıldı, bizler de yollara. Ofisteyim, elimde bir fincan kahve, önümde birkaç dosya. Gözlerim birkaç saat öncenin duygu yoğunlu ile hala dolu dolu ama yüreğim umutlu. Tavan arasına sakladığım çocukluk hayallerim, bu sabahki bayrak töreninde gün yüzüne çıktılar. Rutubet kokan okul yıllarımı şöyle bir silkeledim de içinden neler döküldüler, neler. Not peşinde koşmalar, öğretmene durumu anlatmalar, annemleri iknalar. Küçücük bedene büyük gelen ‘senin iyiliğin için’ kodlu prangalar…
Derin bir oh çektim içimden, birden çok özgür hissettim kendimi. Koltukta keyifle gerindim, sararmış hayallerimi temize çektim, yüzüme de bir tebessüm yerleştirdim.
Ve geçmiş okul yıllarını düşünüp farkında olmadan dudaklarımdan dökülen Sertab’ın şarkısıyla gülümsedim;
“Umurumda değil, iyi ki bitti
Omuzlarımdan koca bir yük gitti
Çoktan alıştım yokluğuna, inan ki……”
CANSEN ERDOĞAN
Twitter’dan takip etmek için
@cansenerdogan