Parayla dert satın alan erbap kişi! …
Bir elinde iri, deri bir evrak çantası, bir elinde telefon. Hızlı adımları, düşünceli bakışlarıyla fark edilen serbest meslek erbapları. Üç yüz kişinin sağlam bir puanla girip dört yılsonunda ancak elli- altmışının çıkabildiği ömür törpüsü bir fakültenin nasılsa bitirmeyi başarmış şanslı evlatları. Saygı duyulan, korkulan ve de arkasından en çok konuşulan bir mesleğin, hiç kimseye yaranamayan neferleri. Hak, hukuk ve faziletin timsalleri; Avukatlar… Her şey bir idealle başlar. Haksızlılığı durdurmak, mağduru savunmaktır hedef. Haklı hakkını, haksız cezasını alacaktır, bunu da avukat sağlayacaktır. İstenerek ve yürekten arzu edilerek okunacak bölümdür hukuk, yoksa birinci sınıfın başında kalın kalın kitapları, sayfa sayfa mevzuatları görünce kaçıp kurtulmak en iyisidir, ilerisi daha vahimdir. Avukat olarak sadece bir meslek seçmezsiniz çünkü aynı zamanda bir hayat seçersiniz. Hukuk; insanlığın ortak huzurunu güvence altında tutmaya dönük evrensel ilkeler matematiği. Avukat ise parayla dert satın alan matematikçi; Dertleri kendine iş edinen, karşısında para karşılığı derdini veren, sıkıntılı yüzler gören. Üstelik doktora giderken kısacık bir muayene dahi olsa girişte sekreterine gerekli ücreti ödemekten bir an bile gocunmayan ancak iş avukata danışmaya gelince; ‘Aman canım ne var, taş attı da kolu mu yoruldu, iki kelime söyleyiverdi’ deyip pazarlıkta sınır tanımayan hatta doğrudan avukatla pazarlık yapan bir toplumun derdini yüklenip buna rağmen kimseyi memnun edemeyen.Toplum nezdinde onca araştırma, çalışma, günler süren hazırlanma, geceler süren düşünme süreci, defalarca arşınlanan adliye koridorları neticesinde kazanılan dava kazanıldığında bu ‘müvekkil zaten haklı olduğu için’ kazanılmışken, davanın kaybedilmesi halinde, sebebi avukattan bellidir. Kazanan hep müvekkilin iken, avukat hep kaybedendir. Ülkenin birinde bir işadamı yaşarmış. Bu işadamının hastalandığında, senelerdir hep gittiği bir doktoru ve her türlü hukuki sorununda başvurduğu bir avukatı varmış. Her zaman onlardan ne kadar çok memnun kaldığını defalarca vurgularmış. Ancak günün birinde doktor, avukatın kendisinin aldığı ücretten çok daha fazlasını aldığını duymuş ve bozulmuş olarak bunu işadamına sormadan edememiş, aldığı yanıt ise gayet ilginçmiş. İşadamı; 'Benim bir rahatsızlığım olduğunda her ne kadar beni iyileştirmek için elinden geleni yapsan da ben iyileşene kadar hastalığımın acısını çekiyorum. Hâlbuki hukuki bir sorunum olduğunda avukatıma yetkiyi veriyorum bütün sıkıntıları ona yüklüyorum ve hiç bir rahatsızlık duymaksızın işime devam ediyorum, işte aranızdaki fark… Avukatlık, zor ve meşakkatli bir eğitim döneminin ardından, dışarıdan son derece saygı gören, bazen çekinilen, gıpta edilen ama toplumda bir şekilde sevilmeyen, arkasından söylenilen hatta sövülen meslek grupları arasında ilk sıradadır. Para için ruhunu satan, profesyonel yalancı gibi tabirlerle anılıp kötü bir imaj çizen ancak insanların zor durumlarında, sıkıştıklarında ‘aman yardım et, kurtar beni, sen ipten adam alırmışsın, hallet bizim şu işi’ diye sığınılan bir limandır. Aynı sıralarda oturmuş, aynı eğitimi almış, fakülte bitince de alanlara ayrılmış hukuk yapısının üç bacağından avukatlar dilekçe yazarken, savcılar iddianame yazarken, hâkimler de karar yazarken olayı anlatırlar. Olayın anlatılması ve anlaşılması adalete atılan ilk adımdır. Aslında tüm hukukçuların ilk işi hikâye yazmaktır. Hukukçular birbirine hep hikâye anlatırlar. Hukuk ile hikâye kol kola gezer. Ve bir hukukçu ömrü boyunca dinlediği için hikâye edecek olay bulmakta zorluk çekmez, ömrü boyunca yazdığı için de hikâye yazmakta zorluk çekmez. Ancak bir şey vardır ki o da; Avukat, yalan olan şeyi savunmaz, hukuk normları dâhilinde, müvekkili ne isterse onu savunur. Eğer müvekkil yalancıysa bu avukatla dışa vurulur. Bu sebeple bir mesleğin her insanını kötü olarak nitelendirmek yanlıştır. Unutulmamalı ki devlet parası olmayan insanlara ücretsiz doktoru çok zor şartlarda, aylarca bekleme sırasından sonra, dar imkânlarla sağlarken toplumun ne yazık ki en şerefsiz görülen mesleğinin insanlarının kurduğu baro, eğer kendinize avukat tutamayacak durumda iseniz size hiç bir bedel talep etmeden bir avukat sağlar, hakkınızı savunmanıza imkân açar. Kısacası bir toplum ne kadar yalansa avukat da o kadar yalandır, yalancıdır. İyi avukat, stratejiyi kuran, savunmasını hukuk normlarına göre bu strateji üzerine kuran avukattır. Sağlam doneler ve doğru savunma ile zor olanı çözüp farklı çözüm yolları bulandır. Toplumda bilinen şekliyle ‘ipten adam alandır.’ İpten adam almak tabiri, esas itibari ile birkaç yüzyıl önce İngiltere’de ortaya çıkmıştır; Adamın biri, cinayetten tutuklanır. Bir avukat bulunur adama. İlk görüşmelerinde müvekkili dikkatle dinleyen avukat; “Merak etme seni kurtaracağım” der. Adam da avukata güvenir ve mahkemeye çıkar. Mahkeme neticesinde karar: idam. Adam avukata kızar, köpürür; “Hani beni kurtaracaktın?” der. Avukat da “sen merak etme, bu daha bir şey değil, temyiz hakkı var, seni kurtaracağım” der. Dava temyize gider, karar: idam. Adam yine avukata döner ve sorar; “Hani temyizde beni kurtaracaktın?” Avukat gayet sakindir; “Dur, daha bu karar Avam Kamarası'nda oylanacak. Seni kurtaracağım.” Dava, Avam Kamarası'na gider, karar: idam. Daha sonra Lordlar Kamarası ve Kraliçe'nin onayları vardır sırasıyla. Bu süreç sonunda kraliçenin de idamı onaylaması ile darağacı kurulur. Adamı sandalyeye çıkarırlar. Avukatla göz göze gelen adamın tüm öfkesi bakışlarına yansımıştır. Avukat ise hala son derece sakindir, gözleriyle işaret ederek merak etmemesini, onu kurtaracağını anlatmaktadır adama. Adamın ise artık umudu kalmamıştır. Cellat gelir, sandalyeyi iter ve talihsiz adam, boynunda iple sallanmaya başlar. O sırada avukat kalabalığı yararak darağacına doğru koşmaya başlar, merakla ne yapacağını anlamaya çalışan celladı bir hamlede geçer, ipi keserek adamı kurtarır. Tabi ortalık ayağa kalkar. Bu sefer hem idam mahkûmu adam, hem de avukat yakalanır. Avukata bunu neden yaptığı sorulunca avukatın cevabı şöyle olur: “Bu adam, idam mahkûmuydu, siz de onu idam ettiniz. Adamın ölüp ölmemesi sizi ilgilendirmez, kanunda -idam edilir- yazıyor, “idam edilerek öldürülür” yazmıyor. Bu olayda da idam gerçekleşmiştir.” Bunun üzerine, adam belki de haklıdır diye kimse adamı tekrar asmaya cesaret edemiyor, olay karar için yeniden Kraliçe'nin önüne geliyor. Kraliçe, zekâsından dolayı avukatın iddiasını doğru buluyor, adamı affediyor. Ve bu olaydan sonra, ilgili kanun maddesi değiştirilerek “idam edilerek öldürülür” seklinde yeniden düzenleniyor. Demokratik devletlerin özü, kuvvetler ayrılığı prensibine dayanır. Kuvvetler ayrılığı, yasama - yürütme - yargı organlarının birbirinden bağımsız olmasını ifade eder. İşte avukat da bu meyanda toplumun olmazsa olmazıdır. Çünkü yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı, serbestçe temsil eder. Avukatlar, kimseye tabi değildir. Kendi gözlemleri, inandıkları doğruları ve kendilerine has metotları vardır. Tarih boyunca köle kullanmamışlardır ama hiçbir zaman da efendileri de olmamıştır. Avukat, adaletin bekçisi, hakkın takipçisi, inancın timsalidir. Avukat, bazen sanatçıdır; yaratan, bazen mucizedir; yaşatan. En az diğer meslektekiler kadar insan, kul gibi inanandır. Avukat olmak bir yaşam biçimidir. Elinde yasalar ve hukuk ışığı, yargı yollarının kılavuzudur. Zorlamayla değil isterse savunur. Ve avukat olunmaz, avukat doğulur…
Cansen Erdoğan