Renkleri Duyan Kulaklar
Gün gelir, her şeyi unutsan bile bir onları unutamazsın. Sözler üşür belki yüreğinde, kelimeler titrer, kalbinin ayazında ama güneşini kaybettiğinde onları ödünç alırsın. Kokuyu unutursun, koku uçar, karışır gökyüzüne. Anılar bulanıklaşır, gülüşler sararır. Ama onlar, hep oradadır, unutmak imkansızdır. Ruhun tene dokunduğu yerdir orası; Karanlıklar ardından beliren sabahtır Gözler…
Züleyha’yı Yusuf’a köle eden, Kays’ı Leyla’ya mecnun eden fettan. Belki yanlarından destursuz geçilebilen ama içinden şiirsiz geçilemeyecek kadar derindir göz dediğin. Kelimeleri, verilenleri geçersin de bir çift gözde takılı kalırsın. Tek bir bakış yeter, göğüs kafesinin zorlanmasına, nabzın hızlanmasına. Zamansız gelen davetsiz misafir gibi, deler geçer yüreğini, çöreklenir ömrüne. Ne zaman, nerede karşılaşacağını bilmeden, ansızın gelir, yerleşiverir gönlüne. O göz, göz menziline girmeye görsün bir kere, yar düşer düşlerine. Tam da vazgeçmişken her şeyden, kesmişken ümidini, aşktan meşkten, bir çift göz tutar seni gözlerinden, kaldırır yerden.Hüznün sudan ucuz, mutluluğun ateş pahası olduğu ateşten günlerin birinde, küçücük gözleriyle kocaman kocaman bakan gözlere değer gözlerin. Bir oyundan, bir savaştan, bir hayattan nasılsa salimen çıkan küçük bir çocuğun gözleridir onlar. Kendi küçüktür de bakışları kocamandır aslında. Gülen bir bebek oturmuştur gözlerine, adı ise önemli değil, bazen Irak, bazen Gazze…
‘Renkleri duyan kulak’tır gözler, bir çift söylenmemiş sözdür, onlar söylenmese de bilirler. Yağmurdan önceki gökyüzü gibi gridir bazen gözler, betonarme acılar inşa edilmiştir irislerinde. Ağlamaktan kurumuş gözler, çorak iklimler gibidir, yeşile hasret. Bir gün yeşil ile tanışırlar. Gözlerden akan yağmurlar, yeşili getirir nihayet. Sevgisi huzura işaret, bakışları aşka bereket. Uçsuz bucaksız ummanlar, okyanuslar gibidir mavi gözler. Vurgun yersin derinlerinde, boğulursun enginlerde. Çakır bakar onlar, gökyüzü kıskanır, denizi nazarlar. Hayatın ışıkları kısıldığı zaman, yalnız sevginin gözleri açık kalır. İşte ihtilale zemin, iç savaş sebebidir siyah gözler ki onlara, kahverengi de derler. Buğu kaplamıştır pınarlarını, asılı kalmıştır gülüşleri. Sözün özü aşktır kara gözler; kapanırlarsa, üşütürler.
Bazen söylenemeyenlerin sözcüsü, susmuş kelimelerin, zindandaki hislerin tercümanı, hayatın yüzde yansımasıdır gözler. Konuşulan diller, kullanılan kelimeler farklı olsa da gözlerin konuştuğu lisan, dünyanın her yerinde aynıdır. Çakmak çakmak olmuş pırıltılarda öfkeyi, kızarmış bebeklerinde acıyı, aşkı, sevdayı, insan olmaya dair en gerçek duyguları gösteren parlak ışıklardır onlar. Dünyaya baktığımız penceredir, ‘biz’ in en gerçek halidir. ‘Git’ diyen diller, ‘istemiyorum’ diyen dudaklar, arkasını dönen sırtlar yalan söyleyebilir ama o bir çift göz tüm çıplaklığıyla oradadır. Evrenin sırrı, ruhun aslıyla işte karşınızdadır. O yüzden, eğer biri sizden gözlerini kaçırıyorsa, emin olun ki o gözlerde size ait bir şeyler vardır.
Yalnızlık düşmanıdır gözler, ondan çifttirler. Birlikte giderler sürgüne, tutsak olsalar da başkalarının gözlerinde, yine birlikte giderler özgürlüğe. Kendileri dışında her yeri görürler, ondan kulaklar duyduklarına inanırlar, gözler kendilerine…
Olmayacağını bildiğin bir hayalin arkasından gitmektir gözler çünkü bunun için tek bir bakış, binlerce neden söylerler. Belli bir zamana değil, kimi kez tek bir ana hapsederler. Boyundan büyük işlere kalkışırsın, boyunu aşar aşk. Keskin bir acı süzülür içeri, tüm devreleri yakar. Acır, onun gözlerinin değdiği yerler, yakar, yaşlar akar. Bardaktan boşalırcasına, hiç durmayacak gibi. Beynin yangın söndürücüsüdür gözyaşı. Görevi bellidir; Ardından gelecek tebessüm için temizlik yapmak, gönlün diplerinde biriken tuzlu suları boşaltıp atmak. İşte sırrı burada belki de; Hayattayken gözünü dört açmak gerek, ölürken rahat kapamak….
En büyük felaketlerden biridir, gözleri olup da göremeyen olmak. Bakmayı görmek sanmak, gözünü kalbin üstüne koyamamak. Bakmak sadece gözle olur, görmek ise akıl, kalp ve gözle birlikte. Bakmak bir göz hareketi, görmek ise şuur faaliyetidir. Ve belki de en büyük fark, bakmanın en üst seviyesi tanımak, görmenin ise yaşamaktır.
Gözler, kenarındaki çizgiler, içinde saklı çaresizlikler, sevinçler, hüzünlerle, açığa çıkmayan öfkelerle hayatın özetidir aslında, insan yüzünde. Bakarsan şahit olursun, görürsen derinlerdesin demektir.
Bakıp da göremeyenlere, görüp de anlayamayanlara inat, Siz bakıyor musunuz hayata yoksa görüyor musunuz ? Ya da baktıklarınızı görebiliyor musunuz ?...
Cansen ERDOĞAN