Ekrumsu beyaza boyanmış duvarları ile geniş hastane koridorundan geçip az ilerideki bankoda duran, saçını kalemle toplayarak atkuyruğu yapmış hemşireye gülümseyerek odaya girdim. Gökyüzü, geceye kavuşmak için sabırsız, hafiften kararmaya başlamışken şehir, kokteyl elbisesini andıran ilk ışıklarıyla geceye akmak için sabırsızlanıyordu. Birbirine yakın konumlanmış legodan yapılmış binaları andıran dev plazaların arasından telaş içinde koşturan kalabalığa bakarken bir an ‘eğer yaşamak için sadece bir günüm kalsaydı, ne yapardım, o günü nasıl geçirirdim acaba’ diye düşündüm… En sevdiğim kıyafetimi giyer, en sevdiğim şeyleri yerdim herhalde. En sevdiklerimle olur, sarılıp öperdim. Ne kadar sevdiğimi söyler, beni unutmamalarını dilerdim. Görmediğim yerlere yanar, gördüklerimi sayardım. Daha çok eğlenir, daha çok gülerdim. Kırıldıklarımı affeder, kırdıklarımdan özür dilerdim. Daha zamanım olmamasına hayıflanır, daha çok dua ederdim. Peki ama niye hep sağlık elden gittikten, iş işten geçtikten sonra keşke denir, ‘keşke keşke demekseydik’ diye söylenir ? Hep ilk önce diye dua ettiğimizdir sağlık. Para kazanmak için önce harcadığımız, sonra da geri kazanmak için uğruna para harcadığımız. Varken değerini yok saydığımız, yokken değerini anladığımız. ‘Evin varsa bir sıfır koymalısın varlıklar hanene, İşin varsa bir sıfır daha koymalısın. İşin iyi gidiyorsa üç sıfır daha koymalısın, sevdiğin varsa üç sıfır daha. Araban varsa bir sıfır, yazlığın varsa bir sıfır daha. Daha sıralanabilir sıfırlar hanesi... Ancak, sağlığın varsa bir koyarsın başına, bütün sıfırlar anlamlı bir değere ulaşır. Yoksa sonuç sıfırdır, hiç uğraşmayasın boş yere… Uzun zaman önce Vehbi Koç’un söylediği ama o zaman sadece doğru diyerek geçiştirdiğim, sonrasında da ne kadar haklıymış diyerek her yerde söylediğim yukarıdaki cümleler, hayat içindeki sessiz ama mutlak hakimiyetini anlatıyor aslında sağlığın… Upuzun güzel sofraların süslü püslü tadı yoktur, bedende sağlık olmayınca. Anlaşılır, bir baş soğanla kuru ekmeğin ne kadar leziz olduğu, hastalıktan sağlığa kavuşunca. ‘En kötü, diş ağrısıdır’ demiş, dişinden uyuyamayan. ‘Bundan büyük ağrı olamaz’ demiş midesi, karnı ağrıyan. Canı orada atarmış; dizini, belini inciten, ruhu bedenden kopmak için can çekişen… Sağlık hissedilmez de hastalık hissedilir nedense. Yeri gelirse cenaze törenlerinde, bazen de hastane ziyaretlerinde hatırlanır değeri de. Derin bir nefesle iç çekilir, okkalı bir şükredilir, sonra da unutulur gidilir. Artık vakit, ruhu tatmin vaktidir. Beden, ruhun isteklerini yerine getirmekle görevlidir. Ruh isteyecek, beden gezip eğlenecektir. İçki, sigara içip, abur cuburla beslenecektir. Uyumadan çalışıp para için kendini çiğneyecektir. Huzura arkasını dönüp derde, kedere yürüyecektir. Sonra bir gün beden isyan eder. Ruhu şöyle bir kavrayıp kulaklarından çeker ve hakimiyetini ilan eder. ‘Sen de kimsin’ der ruha. ‘Ben olmasam sen de hiçsin. Bak, hasta olunca, gördün mü ne kadar acizsin. Salla hırslarını, boşver gitsin. Beni hoş tut ki, varlığım sana hizmet edebilsin. O zaman, direncimiz, bu oyunda kazanabilsin’… Bedenimizde görülen bazı hastalıklar, ruhumuzda saklanan hastalıkların ufak parçalarıymış. Örneğin sol tarafta duyulan ağrılar bir erkeğe, sağ tarafta duyulanlar, bir kadına duyulan öfkeyi sembolize edermiş. Boğaz ağrısı, söylemek isteyip de söylenemeyenler, kulak ağrısı bilmek istenip de işitilmeyenler demekmiş. Sessiz ve inceden gösterirmiş kendini duygular, organlarda. Beden yenilip gitse de, kalp beden ölene dek can çekişirmiş. Hepsi hemen sönse de, en son yürekler ölürmüş… Kutsal dinler, tanrılar, kitaplar… Kutsallık, hayatın ta kendisidir aslında. Ana rahmine düşen ilk tohumla başlar, kutsal olan. İlk ağlamayla kutsanır. Kutsal olan bu hayatta, alınan her yaş, alkışlarla kutlanır. Havayı soluyabildiğin her an kutludur, sağlık olduğu zaman, her şey kurtulur… Sevgi ve sağlık… Ne çok ortak yönleri var; İkisi de az bulunur, bekleyeni fazla. Sırayla da olmuyorlar, parayla da. Varlığında çok da önemsenmeyen, ancak kaybedildiğinde kıymeti bilinen… Sağlığın asli görevi, insanları bir arada tutmaktır. Köklü bir çınar ağacı gibi, bedensel acılardan korumaktır. İnce bir çizgidir, iki dünyayı ayıran. Birisi gelsin diye yalvaran, diğeri değerinden bihaber olan. Hangisi daha kötü acaba; yokken ağlayıp sızlanmak, beyhude hayıflanmak mı, yoksa sağlıklıyken farkında olmamak mı? Yağmuru yanağında hissetmeden öylece yaşlanmak, sevdiğinin bedeninde kaybolmadan yaşamak mı. Yıldızların altında hiç uyumamış olmak, güneşin doğuşunu hiç izlememiş olmak mı. Sağlık olmadan, her şey boş gibi. O varken, tamam olan her şey, o yokken eksik sanki. Yedi cihanın padişahı Muhteşem Süleyman’ın da dediği gibi; ‘Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi’…