"Balıklar, sezon açılışında hayranlarıyla buluştu. Temenni aynı, mesaj açıktı; “Bu sene çok iyi hazırlandık, hedefimiz haftada en az üç kere sofralara gelebilmek, yalnız bir ricamız var; ‘Mümkünse büyük balıklar ızgara, küçük balıklar tava yapılsın, teşekkürler’…
Eylül ayını diğerlerinden ayıran en önemli özellik, hem sonların hem de başlangıçların ayı olması. Aynı otuz günlük dönemde buluşmuş, yazın son demleri ile kışın ergenlik hali. Şehre dönüş demek eylül, okula, işe dönüş…
Dumanı tüten çaylar, sarı yapraklar, sonsuz yağmurlar. Ama en çok da balık demek bence. Uzun bir aradan sonra, balıkçıların yüzünü güldüren, soframızı şenlendiren, rokanın kardeşi, rakının yareni, balık vakti…
Eylül gibi tezatların olduğu bir mevsimde ortaya çıkması, tesadüf olmasa gerek balıkların. Çünkü kendileri de tezat abidesi. Minicik ebatlarına, tek başına mideyi doldurma imkânı olmamalarına rağmen sofraların en pahalı yiyeceklerinden biridir ama. Uçsuz bucaksız denizlerde yüzüp ondan sonra küçücük akvaryumda evde süs amaçlı kullanılırlar mesela. Dünyanın en şanssız hayvanıdırlar; penguenler, foklar, pelikanlar, timsahlar, yılanlar hatta ayılara kadar tüm hayvanlar âlemi balıkla besleniyor. Ama nedense balık, tüm dinlerde, inanışlarda hatta fallarda kısmet, şans olarak gösteriliyor. Tuhaf bir ironi bu. Bir de üstüne her türlü hakaretimize maruz kalıyor bu hayvancık. Ne hakareti demeyin şimdi; Kokuyor, diyoruz, hafızasına laf ediyoruz, "ölü balık gibi" bakma diyoruz, "sazan gibi atlama" "kefale gelme” diyoruz. Eee yemeye gelince öyle olmuyor ama di mi?
Rüzgârın sesinden gelip denizin mavisinde yol almak ve derin sulara dalmak. Belki tüm evren karşı balıklara, onları yemek için sırada lakin kim bilir, belki şans da onlardan yana. Sinir sistemleri olmadığından acı duyguları yok. Yalnızlık nedir bilmiyorlar çünkü en büyüklerinden en küçüklerine kadar hepsi sürü halinde dolaşıyor.
Dünyaları bizimkinden çok farklı;
Sakin, huzurlu. Renkler muazzam, manzaraları nefes kesici. Üstelik manzaralarının dikilen gökdelenlerle kapanma ihtimali yok, en güzeli de hep suyun içindeler ama rutubet dertleri yok.
Dokunmadan sevebilmek…
Ne zordur, dokunmadan sevebilmek. Bizim dünyamızda, ‘platonik aşk’ derler buna.
Balıklar da öyle; dokunmadan sever, doymadan yer, bıkmadan kovalarız. Bize de benzerler hani, biz insanlara. Hafızası yoktur, en fazla üç saniye, tıpkı kendisine yapılanları çabucak unutuveren toplum insanları gibi. Dipte yaşayanları da vardır, su yüzeyine yakın yaşayanları da, bizler gibi. Hani kendi dünyanda, kendi denizinde yüzersin ya, bazen mutlu bazen mutsuz, belki yalnız belki umutsuz. Derken bir gün bir olta geliverir gözünün önüne, iğnesinin ucunda güzel sözler, parlayan cümleler vardır, merak edersin, yaklaşır bakarsın. Sazansın ya sözcüklere açsındır, aşka, sevgiye. Yemişsindir "yem" i, gelmişsindir oltaya. Oysa suçun yoktur, sadece merak etmişsindir, yüzmüşsündür sevgiye. Ucunda, ölmek olsa bile.
Oysa balık baştan kokar…
Göz kapakları yoktur balıkların. Bizler gibi gözlerini kapatıp kendi alemlerine dalamadıkları için derinliklerde, unuturlar her şeyi, gördüklerinin üçüncü saniyesinde. Üzülmeyin, belki de en iyisi; şu acımasız hayata kapatamıyorsan gözlerini, seyirci kalıyorsan susuyorsan gördüğün çirkinlikleri, o halde en güzeli, insan içine çıktığında verebilmek son nefesini.
Ne de olsa;
Battı balık, yan gider.
Haa alışırsın o başka zira balıkla gider en güzel sohbetler, balık sofrasında konulur ortaya tüm acılar, sevinçler, üzüntüler. Rakı şişesinde balık olmak istersin, istersin ki gitsin böylece bütün dertler. Balık da rakısız gitmez ki azizim. Ayılar, yılanlar, kediler de yer pek sever ya kendisini; Balık bilemezmiş, mideye inince bir süre beklermiş. Arkasından rakı gelmeyince, ‘acaba beni hangi hayvan yedi’ der, merak edermiş.
“Balık, her şeyi bildiğinden konuşmazmış” der bir Kızılderili atasözü. Sen git koca denizlere, sonsuz ummanlara hâkim ol, göllerde, nehirlerde salın nazlı nazlı, sonra konuşsunlar arkandan bir de meze yapsınlar seni sarhoş masalarına. Konuşur musun, konuşmazsın tabi. Atarsın içine, haksızlıklar acıtır içini pare pare. Yaptığın iyilikler, kılçık olur içinde. Dayanamaz denize atarsın iyiliğini. Su sussa da balık konuşur seni.
Ondandır ki;
‘İyilik yap denize at, balık bilmezse Halik bilir, ne de olsa…
Mangalların gözde, pardon ‘közde’ elemanı, hafızası yok diye eleştirilse, itibarı zedelense de duygusal anlamda bizden daha üstündür, onu kabul edelim de. Balıklar, önce yumurtalarını sonra yavrularını ağızlarında taşır ve onlara zarar gelmesin diye yemek dahi yemezler o süreçte. Çoğu tek eşlidir, eşini kendi seçer ve kendi eşinden başka hiç kimseyle çiftleşmez, eşi ölse bile. Tanıdık geldi mi size, gelmemiş olması muhtemel çünkü pek yok bunlardan artık çevrede. Oysa aksi davranan birçok insan yanınızda, karşınızda duruyor ve bunlar, balığı sadece krakerden ibaret sayıyor. Bir gün ansızın farkına varıyor ama iş işten geçmiş oluyor. Sevdiği, sevildiği, yuvası, evi dağılıp gidiyor. Ona düşen de arkasından bakmak oluyor.
Tabi ne de olsa;
“Kaçan balık büyük oluyor”…..
Cansen ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan