Güneş ve yağmur…
Aydınlık, karanlık…
Soğuk, sıcak….
Dimdik duruşunun altında masum bir kız çocuğu olan, masum tabiatının ardında vahşi bir kaplan saklı duran.
Gülerken sessiz hıçkırıklıklarla ağlayabilen, çok severken bile nefret edebilen, istenmeyen, vazgeçilemeyen, çözülemeyen...
Venüsten dünyaya inmiş muamma işi, şiirlerin öznesi, hayallerin yüklemi, hatun kişi…
En güzel eserini yaratan sanatçı edasıyla, binbir duyguyla, özene bezene yaratılan kadın, sözün bittiği yer, hayatın başladığı noktadır.
Bir yaprak gibi hafif, en kıymetli taşlar kadar ağır, hem ürkek hem de cevval olabilmek her canlıya bahşedilmemiştir.
En zor şartlara, sıkıntılı süreçlere uyum gösterebilen bu tahammül kraliçeleri, içlerindeki zıtlıklarla Tanrının yarattığı çok özel varlıklardır.
Sonsuz denizler gibidir kadınlar; bazen sığ bazen derin, dalgalı, düz...
Renklerini, içinde bulundukları çevreden alırlar; yemyeşil ormanların zümrüt hareleri, uçsuz bucaksız boşluğun koyu lacivertliği, menekşelerin mavi meneviş rengi…
Güneşli, sakin havada biraz eğilip içi görülebilen, fırtınalarda girdap olup içine hapseden…
Dünyanın dörtte üçünü kapladığı gibi, insanın da içini kaplar kadın.
Önce doğuran olur hayatında, ana diye bağrına basan.
Kardeş olur, bacı olur büyürken hemen yanıbaşında olan.
Fasıl yar olma faslıdır; yar, yavuklu, sevgili, avrat.
Sonra teyze, yenge, kayınvalide ve de nine...
Kadın ses demek, nefes demek, çığlık demek...
Feryat figanlarıyla, sessiz çığlıklarıyla, yüreklere aksedip geri dönen sedalarıyla, hayatın ta kendisi aslında.
Hayata hayat katan, yaratan, yaşatan
“Kadınlar doğurdular beni bağıra bağıra, yine onlar öldürecekler beni aşktan bağırta bağırta” demiş Can baba, hayatı gülle bezeyenin de, zehredenin de kadınlar olduğu imasıyla…
İnandığı şeylere sonuna kadar sahip çıkandır kadın.
Bu uğurda savaş veren, acımadan ezip geçendir.
Fatmagül’ün namusu, Firdevs’in şaşaa, Hürrem’in saltanat hırsı, Cemile’nin çocuklarını koruma kaygısı, Carolin’in para tasası.
Televizyon dizilerinde, heyecanla izlenen dizilerin kahramanları, günlük hayatta karşılaştığımız kadınların gölge yansımaları.
Bir kadın, ince ince işler ruhunuza, usul usul hakim olur vücudunuza ve sarmaşık gibi sarar, dolanır yolunuza.
O yüzdendir ki, bir kadın değil, bir hayat seçersiniz aslında ve seçtiğiniz kadın, bundan sonraki hayatınızın ta kendisidir.
Güçlüdür kadın...
Açlığa, susuzluğa, en çok da acıya dayanandır aslında.
Yıllar yılı şiddet görüp inancıyla yaşayan, umudunu canlı tutan, eğilse de yıkılmayan ve de böyle ışık saçan başkada canlı yoktur hayatta.
Uğradığı haksızlıklarla, yüzüne çarpan tokatlarla, kalbine saplı acılarla kadın olmanın bedelini kuruş kuruş ödeyendir yaşadığı her anda.
Ona bunları yaşatanlar, buz tutmuş kalpleriyle karanlıklar içinde yok olmaya mahkumken, o sancılarını koynuna almış, istifini bozmadan kendi yolunda devam edebilir.
İşte bu yüzden kadına şiddet uygulayanlar; kendi zavallı, güçsüz ruhlarını güçlü bedenler arkasına saklamış, umutsuzluklar içinde yandıklarını belli etmemek adına kadına güç kullanan acınacak mahluklar…
Yeryüzünün en kutsal duygusunu, anne olmayı kadınlara bahşeden yaradan, peygamberlik makamına kadınları getirmemiştir.
Milyonlarca yıllık tarihte, yüzlerce peygamberler görmüş kavimlerde, kadın peygamber olmamıştır hiç.
Çünkü onca gücüne, demir yüreğine, sağlam duruşuna rağmen mevzubahis olan ailesi, çocukları, namusu, atası olunca kadın durmaz, duramaz.
Ürkek bir kuşun kalbi gibi atan yüreği, vahşi bir kartalınkine dönüşür ansızın.
Hak, hukuk, adalet tanımaz, eser gürler.
Ayakları altına saklanmış cenneti, cehenneme çevirir, ezer geçer…
En zor bulmacadır kadın, cevap anahtarının en zor kilitleri zorladığı.
Evrenin sırları çözülürken birbir, izafiyet teorisinin sırrı afişe olmuş, varoluş teoremleri dökülürken teker teker, bir kadın kalmış kenarda, içten içe gülümserken.
Sokrates, düşün dünyasının, Aristo devlet hayatının derinliklerine inip insanlığı da peşlerinden sürüklerken kadın konusuna yaklaşmamışlardır.
Kadınların karmakarışık ruhları, çare bulunmayan sorunları, kararlılıkları ve bitmeyen kararsızlıkları çözülemeyen asla da çözülemeyecek bir muamma olmaları, bu konuda fikir yürütmekten uzak tutmuş olsa gerek, ne de olsa akıllı adamlar, bir bildikleri var elbet…
Hanımeli çiçeklerinin kokusu, kadın kokusudur aslında; biraz hoş, mayhoş ve bal tatlı.
Hanımeli değmiş evler de öyle; sıcak, sevimli ve tarçın kokulu kek tatlı.
En güzel şarkıların nakaratı, şiirlerin uyağı, cıvıl cıvıl melodilerin kaynağı…
Şaraba benzer kadınlar.
Geniş ağızlı kadehlerde, asil sofraların baş tacı.
Kırmızıya dönen bordonun hayata mağrur bakışı.
Buruk tadıyla hoş bir lezzet bırakırlar.
İçmesini bilmeyeni de fena çarparlar.
Aşk gibidir kadınlar.
Ne zaman geleceği, ne yapacağı belli olmayan.
Girdi mi bir yüreğe fırtınalar kopartan, giderken tozu dumana katan, gitti mi de tamamen, bir daha hiçbir şey aynı olmayacak olan.
Sevdayı koynuna alıp yatan, sabah sebepsiz yola koyulan.
Biraz dengesiz, biraz deli ama vazgeçilmez olan…
Bir kadın, hiç gitmeyecekmiş gibi sevmesini de bilir, hiç sevmemiş gibi gitmesini de…
Çünkü o kadındır neticede…
Cansen Erdoğan