Siz kimsiniz?
Gece güne kavuştu, güneş doğdu, sabah oldu. Ilık yataktan sürünerek kalkıp banyoya doğru yola koyuldu. Yüzünü yıkamak için başını kaldırdığında gördü onu. Kendisine bakıyordu, öylece, hiç kıpırdamadan. Gülümsedi, o da ona gülümsedi. Çattı kaşlarını, o da çattı. Sonra, giyindi, hazırlandı. Kapıdan çıkmak üzereyken gene ona rastladı. Rastlamak değil de özellikle baktı aslında. Durdu, bakıştılar bir an ve sordu ona; Ayna ayna, söyle bana var mı benden güzel, bu dünyada? …
Gün içinde çeşitli sebeplerle karşılaştılar; Bazen arabanın dikizlerinde, bazen bir mağaza vitrininde, tencerenin yüzeyinde. Gülümsediler birbirlerine, görmemezlikten geldiler. Keyifsizken surat astılar, bazen de paramparça etmek istediler birbirlerini, bir şey fırlatıp da. Akşam olunca eve döndü; Beden ruha dar, yorgunluk bedeni esir almış, yıpratmış yıpratabildiği kadar. Bir kez daha göz göze geliyorlar. Bu kez bir şarkı mırıldanıyor ona, o da usulca dinliyor;
‘Hüznüm sizde görünür/ saçım beyaz örülür / yaşarken de ölünür/ söyletmen beni, ağlatman beni aynalar aynalar…/ yüzümde hep çizgiler/ içimde hep ezgiler/ uçup gitti seneler/ eyletmen beni, ağlatman beni, aynalar aynalar…
Ayna, toplanmış nadide bir kum yığını, ayna bir cam kırığı, ruhun dışarıdan belli olmayan yırtığı. Onlarca ebadı, şekli, modeli ile hayatımızın olmazsa olmazı. Kimilerinin fazlasıyla barışık kimilerinin köşe bucak kaçık olduğu, yaşıyor izlenimi vererek eğlenen kişilikli eşya modeli. Aynanın ilk nasıl yapıldığına dair tarihsel, kültürel birçok tevatür var. Herkes kendi efsanesini kendi yazar ya ben de şöyle yazdım aynanın ezelini; ‘Adam, kadının yüzünü avuçlarının içine aldı ve “Sen, bendeki seni keşfettin” dedi.
“Sen, kendi bedenin dışında başka bir bedendeki senle buluşmanın mutluluğunu yaşıyorsun, hepimiz kendimizi arıyoruz, ben sende beni buldum, sen de bende seni. Benden çok farklı gözüksen de o kadar bana aitsin ki; Budur işte bizi bir araya getiren, milyarlarca kişilik bu koca dünyada, budur işte bizi var kılan. Sana şunu vermek istiyorum’ diye sürdürdü sözlerini adam ve cebinden bir ayna çıkardı, kadına uzattı; “Al aşkım al ve beni özlediğinde kendi gözlerine bak, çünkü orada beni göreceksin.” İşte o gün bugündür başka bir düzlemde kadın hep kendiyle göz göze geliyor, sırlı camın ötesinde kendini görüyor.
Devrimin asi kızı Frida; ‘Gecelerin ve gündüzlerin celladıdır’ demiş aynalar için. Saklamadan, gizlemeden, eksiltmeden, çoğaltmadan olduğu gibi yansıtan. Gördüğünüz kendiniz değil olmak istediğiniz kişidir aslında, ya da olmaktan korktuğunuz kişi. Bazen olgun birini görürsünüz aynada, kendini bilen. Bazen şımarık bir genç, gelecekten ürken. Küçük bir çocuk bazen, ne istediğini bilmeyen. Her gün aynı yüzü ama ayrı ruhu görürsünüz aslında. Maskeli yüzlerle dolaştığımız ama aynada kendimizle yüzleştiğimiz. Gülümsediğimiz, öfkelendiğimiz, ağlayıp dertleştiğimiz hatta küfrettiğimiz. Karşısında prova ettiğimiz, süslenip püslendiğimiz. İlk önce onun beğenmesi lazımdır sizi, onun onaylaması. Sır saklamaz aynalar, sırrı bakanda saklı. Dürüsttür aynalar, güzele güzel der, çirkinliği göz önüne serer. Politik de değildir ki usturuplu söylesin. Kimsenin söyleyemediği hakikatleri aynalar haykırır yüzümüze. Bir beklentisi yoktur bizden. Gizlemez gördüğünü. En dağınık ve mahcup hallerimizin tek tanığıdır. Belki de dili yok diyedir karşısına tüm pervasızlığımızla çıkmamız. Bize sonsuz samimiyeti ile karşılık verip bir şey beklemeyendir. Bu haliyle bulunmaz bir sırdaştır tüm vefasızlığına rağmen.
Aynalar, anılara benzer; Her bakış, her hatırlayış bir iç kanama tehlikesi. Karşısında dururken bir anda kâinatla çarpışır gözleriniz, silinir suretiniz. Bir demet çiçek gelir aklınıza, bir duru söz. Bir öpüş kızartır yüzünüzü, bir bakış paramparça eder sırlı camı. Nefti koyulara çekilir içinizdeki hüzün, flu düşler parlar gözbebeklerinizde. Aynada aksedip, yüreğinize yansırlar. Dost olmak mümkün değildir aynalarla, ancak aşık olunabilir onlara. Öpmeyi deneyin göreceksiniz, size dudaklarını uzatacaktır aynalar, yanaklarını değil...
Hazırlıksız yakalanırsınız bazen aynalara. Ölçeği küçültülmüş zelzeledir o zaman ayna, gerçek sizi deşifre eder. Suretinize bakıp yanılanlar, tam da orada sizinle karşılaşırlar. Oysa insanın aynada kendini güzel ya da çirkin bulmasından daha önemlisi, orada kendine rastlayıp rastlayamamasıdır. Aynaya bakıp da orada kendini bulamayan birinin yaşadığı dehşet, bir gün aniden karşısına dikilecek bir hayaleti beklemek gibi ürperticidir. Sanki insanın gölgesi çalınmıştır ve ölene dek bir daha asla geri dönmeyecektir. O yüzden aynanın karşısında, başı dik, gururla, gözlerinin en derinlerine bakabilecek şekilde çıkmak gerekir. Çünkü ayna, yüzün vestiyeridir.
Ayna ve kalp, çok benziyorlar birbirlerine. İkisi de naif, ikisi de hassas. İkisi de kırılınca paramparça oluyorlar, tekrar yapıştırılsalar da aynı olmaları imkânsız. İkisi de içlerine aksedeni aynen yansıtıyor; Biri yüzeyiyle diğeri gözlerle. Aldıkları ışık kadar aydınlık saçıyorlar. Tozlu ve kirli iseler, bulanık gösteriyorlar.
Etraftaki onca yüz arasında, en yabancı kendi yüzümüz aslında. Başkalarına bakarken kendi yüzümüzü unutuyor muyuz acaba. Oysa hayatın gizemi, bunda saklı galiba; Hayatımıza giren her insan bize başka bir ayna tutmakta. Ve biz her farklı aynada, başka bir yönümüzle karşılaşıyoruz aslında. Hayatınıza bir şekilde değmiş her kimse, bir tesadüf sonucu girmemiştir hayatınıza, bir amacı vardır, bir misyonu. O yüzden tanıdığınız her kişi, farkında olmasanız da sizin için çok özel bir anlam ifade etmektedir. Hayatınıza giren her yeni kişinin size tuttuğu aynalarda, kendinizin yeni bir yönünü görürsünüz. Kendinizi onun aracılığıyla bir kere daha keşfedersiniz. Ve bu yönleriniz yıllarca tozlu zeminlerinizde durmuş, keşfedilmeyi beklemiş ve sizdeki sizi ortaya çıkarmış olabilirler.
Ayna; Gerçeği gösteren cam parçası. Görebilirsen yüzünü, bulursun özünü.
Siz kimsiniz; Aynadaki misiniz, yoksa orada göremediğiniz mi?
Bir düşünün isterseniz…
Cansen Erdoğan