Aslında her şey olağandı. Davetiye aylar önce elime geçmişti ve o gün çok sevdiğim karşı komşucuğumun dünya tatlısı kızının düğününe gidecektim. Düğün gününe kadar komşucuğumla defalarca kez konuşmuş, düğünün yapılacağı mekandan, gelinliğe, oturacakları evin yerleştirilmesine kadar tüm detayların üzerinden geçmiştik. Kısacası ben de en az onlar kadar heyecanlı, onlar kadar telaşlı ve de mutluydum.
Düğün günü geldi çattı. Güneşli bir cumartesi sabahına uyandık o gün ya da küçük suratlı, eline sığdırabildiği kadar oyuncaklı şekilde yatağıma usulca sızıp ‘hadi anne, uyanma zamanı’ diyen yavru bir kuş tarafından uyandırıldık. Mutfaktan gelen kızarmış ekmek kokularını takip ederek vuslata erdik ve keyifli bir tatil kahvaltısıyla gün başladı bizim için. Dedim ya her şey gayet normaldi, öğleden sonra üçte kuaföre gidip akşam altı buçukta da düğüne gitmek için yola çıkacaktım. İş günlerinin aksine son derece hızlı geçen zamanla birlikte kendimi kuaförde buldum. Tipik bir cumartesi olarak son derece kalabalıktı kuaför. Sıramı beklerken üç-dört arkadaşımı gördüm ve ‘işte dedim, bugün cumartesi, ulusal sosyalleşme günü, bu akşam herkesin düğünü var anlaşılan ’. Sonrasında da her şey normal devam etti, kuaför, makyaj derken azalan zaman karşısında düğüne yetişme telaşıyla attım kendimi eve. Oğlum ve Mimi, gündüzden teyzesine gittiği için ev sessiz ve sakindi. Hızlıca hazırlandım ve düğüne gitmek için şöförü beklemeye başladım.
Geç kaldık diye telaş etmeye başlamışken geldi şöför ve indim aşağı. Arabaya binerken ön koltukta oturan birini fark ettim ve şöför; ‘bir arkadaş’ deyince yerime oturdum. Araba hareket edip yüz metre ilerlemişti ki birden önde oturan adam elinde kamerayla bana doğru döndü. Afalladım bir an; ‘Ne oluyor’ dedim şaşkınlıkla. Şöför; ‘Bir şey yok Cansen hanım, düğüne gidiyoruz ama öncesinde görmenizi istediğimiz bir cd var’ dedi. Cd açılıp ekranda Yasemin Bozkurt’un resmiyle benim resmim yan yana, altında da; ‘Yasemin’in Penceresinden’ adlı programın bu haftaki konuğu Cansen Erdoğan’ yazısını görünce az daha küçük dilimi yutacaktım. Ne olduğunu anlayamadan Avantgarde Hotel’in önüne gelmiştik bile. Arabadan indim, kırmız halıdan yürüdüm ve bir salonun önüne getirildim. ‘Cansen hanım, müsaadenizle yaka mikrofonu takmamız gerekiyor size’ diyen kişinin kim olduğunu anlamaya çalışırken bir anda karşımda Yasemin Bozkurt’u buldum. ‘Hoş geldiniz’ dedi Yasemin hanım. ‘Öğrendik ki en büyük hayaliniz bir gün Yasemin’in Penceresinden’e konuk olmakmış, küçükken aynanın karşısına geçer, programa katıldığınızı hayal edermişsiniz. İşte bu hayaliniz bugün, otuz beşinci yaş gününüzde gerçek oluyor, hayatınızla yüzleşmeye hazır mısınız’. ‘Ama bugün benim yaş günüm değil ki daha on günden fazla var’ dedim kendi sesimi tanımayarak. ‘E zaten sürprizin amacı bu, hiç beklemediğiniz bir zamanda, ummadığınız bir günde olması planlandı. Hatta gitmeyi planladığınız düğün sahiplerine de durum aylar önce bildirildi, rica edildi’ diye cevapladı. Nutkum tutulmuştu. Adımın anons edilmesiyle sahnedeydim artık. Ve karşımda yüze yakın kişi, ailem, arkadaşlarım, akrabalarım beni alkışlıyordu ayakta. Sürprizleri yapan hep ben oldum kendimi bildim bileli. Organizasyonlar yapan, insanları şaşırtan, programlar hazırlayan, çılgın partiler yaratan. Şaşıran değil de şaşırtan olandım hep. Oysa ömrümde ilk kez bana bir sürpriz yapılmıştı, ilk kez ben şaşıran, heyecanlanan, nutku tutulan taraftım ve de öylece kalakalmıştım sahnenin ortasında. Sonradan yapılan yorum, durumu özetliyordu aslında; ‘Hep ortama ve duruma hakim, soğukkanlı Cansen, ilk kez beş yaşındaki bir çocuk gibi çaresiz, savunmasız ve masumdu sahnede J’. İsterdim ki tüm sevdiklerim, tüm istediklerim yanımda olabilseydi o an. İsterdim ki gökkuşağından ibaret hayatıma renk katanlar orada bulunabilseydi…
Ve kendi hayat hikayemi izlettirdiler önce. Yolun yarısına kadar neler yapmışım, nelerden geçmiş, nerelerde durmuşum. İlkokuldaki arkadaşıma Londra’dan ulaşıp, ortaokuldaki müdür muavine, üniversite hocalarımdan, eskiden kaldığımız otellerin birinde, doğum günlerimde türkü söyleyen aşçıya kadar kimler kimler geldi yanıma. İzin istemek, eve telefon aldırmak gibi türlü taleplerimi babama yazarak ilettiğim çocukluk mektuplarıma kadar ortadaydı işte. Bir yandan ağlıyor, bir yandan gülüyor, hisleniyor, türlü duygular yaşıyordum. Dedim ya ilk kez böyle bir sürpriz yaşıyordum ve beynim düşünme kavramını kaybetmişti. Kardeşim, çok büyük bir projeye imza atmıştı annemlerle birlikte ve kendi sesiyle bana okuduğu şiirle artık sadece ben değil bütün salon ağlıyordu.
İzlediğim hayat hikayemde, kendime doğru uzun bir yolculuğa çıktım o saatlerde. Hayatın verdiklerinden ziyade öğrettiklerine yol aldım. Mesela beş yaşındayken, tam bir baş belası olduğunu düşündüğüm kardeşimin, hayatta ki en iyi dostum, sırdaşım ve canım olduğunu öğrendim. İlkokulda hayatın dört işlem ve okuma-yazmadan ibaret olduğunu sanıyordum. Hayat, her şeyin ondan sonra başladığını öğretti bana. Ergenlik dönemi kabusu bir sivilcenin, yeryüzündeki en büyük çirkinlik olduğunu sanıyordum ondört yaşında. Vefasızlıkları, riyakarlıkları, vicdansızları görünce çirkinlik neymiş öğrendim. Onyedimde sevginin tek başına yeteceğini düşünüyordum. Meğer sevgi, tek başına kırık dökük bir çizgiymiş, saygıyla birleşince bir doğru oluyormuş, yaşayarak öğrendim. Arkadaşlıkla dostluk aynı sanıyordum lise yıllarında. Oysa arkadaş yanında duran, dost, kalbine dokunanmış. İlk gençlik yıllarında, aileden izin alıp, kaytarıp çıkabilmekken tek amaç, sonra öğrendim ki aslonan aileymiş, kimseler kalmasa da etrafında, o hep yanında olanmış. Evliliği birlikte yaşamak olduğunu sanıyordum yirmilerimde. Oysa birlikte yaşamak değil hayatı paylaşmakmış. Aynı yöne bakmak değil, aynı pencereden bakabilmekmiş mühim olan. En büyük mutluluk sağlık, en büyük nimet huzur, en büyük sevgi evlat sevgisiymiş. Ve o zamandan bu zamana değişmeyen tek şey gerçek aşka duyduğum inançmış. Küçük bir kızken masallara inanıyordum şimdi ise masalların gerçek olacağını umuyorum.
Cahit Sıtkı’ya göre yolun yarısına geldiğimde çok şey öğrendiğimi fark ettim bu sürprizle. Hayat bazen usulca kulağıma fısıldadı bazen de kafama vura vura anlattı öğreteceklerini. Ben sadece iki şey söylemek istiyorum şimdi;
Hayatıma bir şekilde girmiş, ruhumdan süzülüp kalbime dokunmuş, şimdiki ben olmamı sağlayan herkese teşekkür ediyorum,
Ve Ey hayat diyorum; Hazır mısın ikinci yarıya, yarattığın ben ile birlikte bana katlanarak yol almaya?
Ben hazırım valla…!
CANSEN ERDOĞAN