Hooop yirmi gün geçti bile. Sarılıp sarmaşıp, dilekler, düşler ve de iyi niyetlerle karşılayıp, gelişini kutladığımız yeni yıldan yirmi gün geçti. Alıştık gibi de sanki, 2020 yazarken zorlanmıyoruz mesela, Temmuz - Ağustos çok da uzak gelmiyor kulağa. Janus’ un açtığı kapıdan gireli çok zaman olmasa da eskitmeye başladık yeni yılı da valla.
Evet evet doğru okudunuz, Janus’ un açtığı kapı dedim. Hani şu Romalıların meşhur tek kafalı ama iki yüzlü tanrısı var ya Januso işte. İkiyüzlü dediysek de öyle riyakar anlamındaki ikiyüzlü değil tabi, iki yüzü iki farklı yöne bakıyor; geçmişe ve geleceğe…
Janus, 2012- 2020 yılları arasında gelip de dünyayı kurtaracağına inanılan tanrı. Dini kitaplardaki adı da Mesih ya da Mehdi. Bahsedilen tarihlerin bitmesine de son bir yıl bu arada. Bu yıl geldi geldi, gelmedi başımızın çaresine bakacağız artık.
Janus, Latincede Januar demek yani bizdeki ocak ayı. Severim ocak ayını, doğduğum ay olması bir yana yılın ilk ayı aynı zamanda. Hala temiz, hala umut barındırıyor içinde. Janus, yanında bir kapıyla sembolize ediliyor. Kapıların açılması, başlangıçlar, geçişleri tasvir ediyor.
O nedenle "Eşik tanrısı" diyor Romalılar ona. Bir kez eşikten içeri adım attığınızda, geriye dönüş yok. Artık kaderiniz ve de geleceğiniz Janus'un elinde.
Ya ocak ayından hatta biraz zorlasak ocak başından bahsedebilecekken Yunan mitolojisinin çılgın tanrılarından bahsedelim. Hepimiz biliriz bu tanrıları ve onların meşhur hikayelerini. En meşhuru Afrodit’tirmesela, aşk ve güzellik tanrısı. Canım bizim de Banu Alkan’ımız var Afrodit lakaplı. Tamam tamam dağıtmayalım konuyu. Afrodit, tanrıların kralı Zeus’a olan yakınlığından dolayı Zeus’un karısı tarafından cezalandırılır ve ceza olarak çirkinliği ile bilinen ve demircilik zanaatıyla uğraşan ateşler tanrısı Hephaistos ile evlendirilir. Buna katlanamayan Afrodit, gönlünü yakışıklı ve genç savaş tanrısı Ares’e kaptırır. Çift, her gece Afrodit’in evinde birlikte olmaya başlar. Ares, evin kapısında da bir askerini Hephaistos’un gelişini kendisine haber vermek üzeregörevlendirir. Böylece Ares de Hephaistos gelmeden toparlanıp evden çıkmaktadır. Ya ama şimdi bu nasıl bir tanrıcılıktır, söyler misiniz bana?
Denizlerin ve toprakların tanrısı, depremleri yaratan Zeus’un kardeşi Poseidon’a gelelim. Babası tanrı Kronos tüm çocuklarını yutmaktadır. Zeus babası ile savaşarak kendisini ve kardeşi Poseidon’u babasının midesinden kurtarmıştır. Çocuklarını yutan tanrı baba- Ah be yunan kardeşlerim siz inanıyor musunuz buna, inanmıyorsanız niye yaydınız bu hikayeyi tüm dünyaya, ben değil bununla ünlenmek utançtan memleket dışına çıkamam yerinizde olsam valla.
Hera da onlardan farklı değil ki. Zeus'un kızkardeşi olur kendileri sonradan da zevcesi. Bir de evliliğin koruyucusu sayılıyormuş bak bak. Sen önce siciline temizle bence Hera efendi, sonra ahkam kes evlilere. Üstelik tüm Yunan mitolojisi Hera'nın kıskançlığı, Zeus'un kendisine sadakatsizliğine karşı aldığı öçler, intikamlar üzerine kurulu. Böyle tanrı olur mu, hiç mi yok soran bir Allah’ın kulu?
Dedim ya enteresan bu Yunan mitolojisi, herkes birbirinin hısım, akrabası, hasmı, kankası. Tamam hepsi efsane de fena mı olurdu, bazıları biraz mantıklı olsaydı. Haa bir tane var bak bence o en akla yatkın olanı. Hangisi olacak, insanın ortaya çıkış destanı;
“İnsanoğlu henüz yaratılmamış. Dert tanrısı dertli dertli yeryüzünü dolaşırken toprak ananın evini görmüş, ziyaret etmiş. Sohbet falan derken Dert Tanrısı; "Toprak ana biliyorsun çok dertliyim. Eğer müsaaden olursa topraklarınla, çamurunla vakit geçireyim" demiş. Toprak ana bonkördür. Uygun usullerle kendisinden bir şey dileyene bereketini esirgemezmiş. Dert Tanrısına müsaade etmiş.
Dert Tanrısı toprak, çamur falan derken insan heykeli yapmış. O sırada oradan geçen Zeus bu ilginç ama mükemmel sanat eseri için; "Bu benim çok hoşuma gitti. Ben buna ruhumdan üfleyeyim de can bulsun" diyerek insanoğluna can vermiş.
Üç tanrı da meydana gelen insanoğlunu o kadar çok sevmişler ki aralarında hemen mülkiyet kavgası çıkmış. İnsanoğlunu paylaşamamışlar ve Zaman Tanrısını hakem seçerek karar vermesini istemişler. Zaman Tanrısı, üçünü de dinlemeye başlamış.
Toprak ana; “Meydana gelen bu eser, benim malzememden yapılmıştır. Diğerlerinin katkılarını yadsıyamam ama ana madde benim olduğu için insanoğlunun bana verilmesi daha uygun düşer” demiş.
Dert Tanrısının savunması da şöyleymiş;“Toprak ananın malzemelerini kullandığım doğrudur ama onu şekillendirerek daha önce hiç görülmemiş bir eser meydana getiren benim. Bu eserin el emeği de fikri de bana aittir. O yüzden insanoğlunun mülkiyetinin bana verilmesi gerekir”.
Zeus da; “Toprak ananın malzemesinden, dert tanrısının hünerinden meydana gelen bu şey, benim ona verdiğim ruhtan ötürü kıymetlidir. Bu sebeple insanoğlunun mülkiyetinin bana verilmesi şarttır” demiştir.
Zaman Tanrısı uzun uzun düşündükten kararını verir.
Şöyle ki;
“Ben Zaman Tanrısı olarak insanoğluna bir vade biçiyorum. İnsanoğlunun bu vadesi bitince bedeni Toprak Ana’ya, ruhu da Zeus’a ait olacaktır. Ve insanoğlu, bu vadeye kadar Dert Tanrısı’nın malıdır."
İşte belki de bundandır yeryüzünde dertli oluşumuz, “dertler derya olmuş, ben de bir sandal” diye yakarışımız, “söyleyemem derdimi kimseye” diye dolaşmamız.
Neymiş o halde, dertli olmak bir seçim değil kader olayı, kimse suçlanmamalı bundan dolayı. İlla bir ad konacaksa;
“Tanrılar çıldırmış olmalı” !...
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan