Tatlı’mmm…
Almam gereken lüzumlu birkaç şey vardı sadece. Bir de tam yüreğime oturmuş ağırlık.
Kafam bir dünya, dünyevi işler sırada. Alınması gerekenleri almak, yapılması gerekenleri yapmak üzere düşmüşken yollara, durup kaldım bir vitrinin karşısında.
Rengârenk macaronlar, bonbonlar, kurabiyeler, şekerlemeler, orada bana gülümsemekteler.
Pastel renkli cupcake’lere bakarken miydi yoksa elmalı tarttan gelen ceviz kokusunu duyunca mıydı hatırlamıyorum ama vitrin camında, yüzümde kocaman bir tebessümle karşılaştım kendimle. Moral bozuk olsa ne yazardı artık, hava gri, soğuk. Ne keyifsizlik bahaneydi artık ne de açlık, tokluk. Bir macaronun renginde saklıydı neşe, huzur ise un kurabiyesinin beyaz düşlerinde. Düşündüm de; Hayat bazen acı olsa bile, anlar tatlı yapılabilir belki de.
Menünün en keyifli kısmı tatlılar bölümüdür şüphesiz. Sıkıcı geçen dersten sonra çalan teneffüs zili gibi, ılık ılık esen yaz meltemi misali. Zevkli, karşı konulmaz, tahrik edici.
Son derece karmaşık ve zorlu diyetleri başardıktan sonra masada görünce karşı konamayan ve rejim olayını silen, yedikten sonra pişman eden, pişmanlık duygusu, salgılattığı serotoninden daha fazla olmayan yemek çeşidi. Herkesi mutlu eden bir hali, şekli vardır bu baştan çıkarıcı, namusuz meredin. Her kişiye, kişiliğe uygun bir kisveye bürünür, son derece davetkar görünür ve hiç niyetinizde olmasa bile usulca midenize süzülür. Farklı zamanlarda farklı tatlar istense de genel tercihler, tarzları da belirler. Mesela geleneksel, ağır tatlıları sevenler, oturaklı kişiler.
Kadayıflar, baklavalar, tulumbalar, yemekten zevk alanların, kalite tercihi olanların, derin sohbetli uzun sofraların harcı. Kurabiye canavarları ve pasta meraklıları, hep biraz çocuk kalabilmiş, yaşam sevincini kaybetmemiş, keyfi neşeyle birleştirmiş huzur insanları.
Sütlü tatlılar, bebeklik ve yaşlılık döneminin başka bir deyişle dişsizlik günlerinin ana kucağı, lezzet durağı. Tartlar, turtalar sıcak yuvaların baş tacı, gençlik yıllarının mihenk taşı.
Belli bir geçmişi, tarihi olan tatlılar, tutmuşlar köşe başlarını, Misal Aşure.
Büyük Nuh tufanı sırasında, aylarca gemide kalmak zorunda kalan müminler, gemideki erzaklar tükenmeye başlayınca, geriye kalan yiyecekler toplanıp bir kazanda pişirilir.
Ortaya çıkan bu çorbaya da aşure denmiştir. Kendisi, muharrem ayının onunda pişirilerek dağıtılan, birlik ve dayanışmanın sembolü ilk dini tatlımızdır.
Yine tatlı duayenlerinden Nejat Güllü’nün, Oniki Eylül darbesiyle doğan tatlısı; Nejat Bey, lise yıllarında kışları okur, yazları amcasının işyerinde çalışırmış. Küçük yaşta öğrenmiş tatlı yapmayı. Üniversiteyi bitirince düşmüş İstanbul yollarına. Bu kez, gündüz okula, gece mutfağa.
Darbeden önce babasından habersiz Karaköy'den bir işyeri almış. Sonra kara gün gelmiş, çatmış: Asker yönetime el koymuş. Sokaklarda yürüyen tanklar, kapatılan işyerleri, ortadan kaybolan patronlar. Hayat durmuş bir nevi. Bütün sektörler gibi tatlıcılık sektörü de zarar görmüş.
Satışlar yerlerde. Birkaç gün sonra Nejat Güllü 'nün eline bir bildiri geçmiş. Yeni belediye başkanı olan bir generalin imzaladığı bir yazı: "Baklava fiyatlarına narh konmuştur (eşitlenmek).
Fiyatları düşürün. Kimi ayakta kalmak için fıstığı azaltmış, kimi farklı bir yağ kullanmış.
Bir gün Nejat Bey, bir sohbet esnasında, 'Sütle tatlı yapılsa nasıl olur?' sözünü duymuş.
Kafasında ampuller yanmış, doğru soluğu mutfakta almış. 'Biri düşünürken, biri mutlaka yapıyordur.' felsefesi burada da işlemiş. Şerbet yerine süt, fıstık yerine fındık koymuş.
Şeker kullanılmadığı için maliyet düşmüş. Tezgâh altından satışlar başlamış.
Yiyen beğenmiş, beğenen yemiş. İşte ‘Sütlü Nuriye’ tatlısı da dünyaya böyle gelmiş.
Baklava, Osmanlı sarayında padişahın askere iltifat tatlısı, tebrik faslıymış.
Yine adalete ve halkın huzuruna çok önem veren Osmanlı kadıları ve dervişleri, belirli zamanlarda halkın içine karışır ve dilencilik yaparlarmış. Topladıkları para da Keşkül denen, Hindistan cevizinin oyularak elde edilen kapta birikirmiş. Keşküllerde toplanan bu paralar da imaretlere verilir, fakir halka aş olarak dağıtılırmış. Yapılan aşın, dağıtılan tatlının bu kaplarda dağıtılması, adının keşkül olarak anılmasına neden olmuş.
Her tatlı, belli bir dönemi, farklı bir ruh halini anlatır bence.
Hepsinin bir yenme zamanı, yenilme tarzı olmalı.
Balığın ardından kaymaklı ayva tatlısı, kebabın ardından fıstıklı künefe, pizzanın ardından da çikolatalı sufle.
Yağmurlu bir günde gidilen sinemanın ardından arkadaşla yenebilecek en güzel tatlı profiterol. Kalabalık bayram masaları, ekmek kadayıflı, aile sofraları tulumbalı, kabak tatlılı, iftar zamanları şöbiyetli, şekerpareli güzel.
Doğumlar zerdeyle, bebeklik muhallebiyle, gençlik de cheesecake dese de benim tek geçtiğim ‘creme brule’. Creme brule, herkesle yenmez, ama aşk dâhilinde tadından yenmez.
Hayal tatlısıdır, hayali yaşatır.
Bazen bir teknede, bazen Yunanistan’da, Portofino’da, bir kumsalda, bazen mum dolu bir odada hayal ettiğin yer neredeyse, hayal ettiğinle hayal ettiğin yere götürür seni her bir lokmada.
Öyle sıcak havada yenmez, soğuk olacak mevsim. Mümkünse lapa lapa kar, varsa bir de deniz manzarası. Ama yanında aşk olacak mutlaka. Tadı aşk, lezzeti aşk olacak.
Bazen yaşama sevinci, bazen sıkıntılı anlara kafa tutan çılgın serseri, hüzünlü anların partneri, keyifli zamanların şahidi, yemek âleminin şımarık prensesleridir tatlılar.
Mideye doğru yolculukta ağzın kulaklara vardığı an ile yolculuğun bitmesiyle yüreğe oturan vicdani pişmanlık arasındaki ince çizgi.
Dudaklarda birkaç saniye, basenlerde yıllarca kalan şekerli yiyeceklerin sözlük anlamlı ismi.
Tatlı olmak, doğuştan gelen bir özellik ise de tatlı yemek seçimlik bir zevktir.
Güzel yemeklerin, eşsiz sohbetlerin, derin muhabbetlerin final sahnesi, damakta yaşanan hazzın son perdesidir. ‘Ağzımızın tadı bozulmasın’ ile dualarda, ‘tatlı tatlı konuşalım’ ile iknalarda başroldedir.
Yaşamak tatlı tatlı olunca anlamlı.
Ona tat katan bizler olduğumuza göre, tadımızın kaçmasına fırsat tanımamalı.
Tadında, kararında yaşayıp hayattan zevk almalı.
E o zaman ne yapmalı; Geçmişi, pişmanlıkları geride bırakıp önümüze bakmalı.
Aşkları sarmalı, dostlukları korumalı. Yaşamı tatlı yerinden yakalayıp sıkıca tutunmalı.
Bunun yöntemi de çok zor değil aslında; ‘Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım’.
Kabul edin basitmiş, değil mi ama…
Cansen ERDOĞAN