Üstünde düşünmekten büyük haz aldığım konulardan biridir ‘tesadüf’… Yıllarca tesadüf denen şeyin varlığına inanarak büyüdüm, bununla yaşadım. Hiç ummadığım zamanlarda, değerli insanlar girdi hayatıma; ‘ne güzel tesadüflerdi’ diye geçirdim içimden. Kimi zaman, olmadık zamanlarda, olmamam gereken ortamlarda, şanssızlıklar yaşadım; ‘kötü tesadüften ibaret’ deyip hayıflandım için için. Oysa şimdi düşündüğümde, geriye doğru şöyle bir döndüğümde görüyorum ki, tesadüf denen bir şey yok, ilahi güç tarafından hazırlanmış zamanlı bir kurgu var ve bu kurguyu yaşıyoruz işte bizler de… Tesadüf, ‘Tanrı’nın hayata göz kırpışıdır’. Tanrı, bulutların üstünde, gökyüzünde bir yerlerde değil, hayatın sunduğu tesadüflerde, ‘ne tesadüf’ dediğiniz anlarda yüzünüzdeki gülümsemededir. Hayat, tesadüflerde gülümser işte… Yaşadığımız sürece, hayatımıza türlü insanlar girer, çıkar. Kimileriyle önemli kararlar arifesinde, kimileriyle rutin hayat düzleminde, kimileriyle de hayatın kavşak noktalarında kesişiverir yollarımız. O zaman anlaşılmaz, bu karşılaşmaların sebebi, önemi. Oysaki hayatımıza giren her kişinin bir misyonu vardır onun da bilmediği. Onların belli amaca hizmet etmek, bize bir ders vermek, yol göstermek, kim olduğumuzu ya da olmak istediğimizi bulmamıza yardım etmek için bizimle olduklarını, bir gün, yüreğimizin derinliklerinde hissederiz. Bu insanların kim olacağını asla önceden kestiremeyiz. Belki arkadaşımız, komşumuz, müşterimiz, ya da belki de sadece göz göze geldiğiniz bir yabancı. Her kim olursa olsun, o kader anında hayatımız bir biçimde etkilenir. Sağlam bir dostluk gizlidir belki bu tesadüfün ardında. Gerçek aşk, çıkagelmiştir mesela. Belki de ne yapmak istediğimizi, bundan sonra, ne olmak istediğimizi gösteren bir olay olmuştur ortada. Tesadüfler, aslında hayatın bizim için hazırladığı muzipliklerden başka birşey değildir… ‘Tesadüf, inançsızların kadere taktıkları isimdir.’ der, Andre Suares… Kader, aslında beyaz kağıda sütle yazılmış yazıdır; sütle beyazın birbirinden ayrılamadığı… Doğduğumuz anda yazılmış görünse de, çok dallı bir ağaç, çok caddeli bir otobandır kader. Yapacaklarımız belirli olduğundan değil, biz onları yapacak olduğumuzdan kader vardır. Tıpkı, güneşin coğrafya kitaplarında yazdığı için doğudan doğmadığı, güneş doğudan doğduğu için kitapların bunu yazdığı sarmalı gibi… Kader, ördüğü ağlarla meşhurdur. İsyandır, çaresizliktir. Elden geleni yaptıktan sonra sığınılan limandır, şükürdür. İradeye ‘kal’ geldiğinde eldeki jokerdir. Oyundur kader, mahkumdur. Şarkıdır; ‘sen kendin ettin’ diyen ve kocaman gözlerinde hüzün huzmeleri yankılanan kız çocuklarına verilen addır. Ve kader, nefsimizin bize söyledikleri arasından seçtiklerimiz, hayat da, bu seçimleri bize yansıtan içbükey bir aynadan ibarettir. Kaderimiz yazılmamıştır, onu biz yazarız. Ama ne yazacağımızı Allah bilir… Hani en çok sövülen, sataşılan olmasından mütevellit, kadere inanmak zul gelir bize. Manuel olarak idare edemeyişimizden midir nedir, pek sıcak bakmayız bu kelimeye. Oysaki kader, hayattır ve bu yüzden çift taraflı bir aynadır. Bir yüzü, feleğin sillesini değdirirken, öbür yüzü, fırsatlara gebedir. ‘Her şer’ de bir hayır vardır’ sözü kaderin dolaylı tümlecidir. Yaşanan her elemde, bir fırsat gizlidir, ancak görebilene. Her acının vardır bir sebebi, hayra doğru da vardır bir hikmeti. İşin sırrı, ‘niye benim başıma geldi’ demek yerine, bunun içinde ne mesaj gizli diyebilmek ve bunun üstünde düşünebilmek… Aksi takdirde; Kader seni güldürmüyorsa, espiriyi anlamıyorsundur demek… Cansen Erdoğan