Limonata kıvamında, ılık ve şekerli bir yaz akşamıydı.
Bodrum’un sadık yari, hiç dinmeyen rüzgarının kanadına binerek burnumuza gelen ve sarhoş eden begonvil çiçeklerinin kokuları arasında sohbet ederken konu, yazmaya, sözcük dizinleriyle kendini ifade etmeye geldi.
Annem, benim kendimi oldum olası yazarak daha iyi ifade ettiğimi, okumayı öğenir öğrenmez kargacık burgacık yazımla babama mektup yazarak bisiklet istediğimi, sonrasında da izin almak, bir şey istemek ya da açıklamak için hep yazdığımdan dem vurdu.
O sırada henüz tanıdığım ve sonrasında hep “iyiki tanımışım” diyeceğim, tok sesli, kocaman yürekli bir editörün sorusu düştü ortama, azıcık bomba kıvamında;
‘Bizim bir haber sitemiz var, orada yazmayı düşünür müsün? ’.Ben ne diyeceğimi bilemezken, annem; ‘ tabi düşünür, düşünsün de zaten, en azından denesin’ diyerek o minicik duraklama anını sonaerdirdi, maçı bitiren bir hakem edasıyla.
Ben mi ne yaptım; Daha ne olduğunu, nasıl bir yayın politikası olduğunu bilmediğim bir siteydi mevzubahis olan. O yüzden sessiz kalma hakkımı kullandım, sükutun ikrardan gediğini hesaba katmadan…
Bundan tam bir yıl önce, soğuk bir aralık sabahında telefonum çaldı.
Kendinden ve yaptığı işten son derece emin, sıcak bir ses; ‘Sitenin tasarımını değiştirdik, hazır mısın yazmaya’ diyordu. Kalakalmıştım. Yapmaktan en keyif aldığım işi yapacak ama bunu başkalarıyla da paylaşacaktım. Ürküyordum. ‘Sadece dene, istemezsen yazmazsın bir daha, sadece dene’.
Ve ilk yazımı yazdım; ‘r’leri söyleyemeyen bir bilgisayarla, alev basmaları ve kalp çarpıntıları eşliğinde. Yazıyı bitirip ‘gönder’ tuşuna bastığımda, o zamanın, şu an yazdığım elliikinci yazımın konusunu olacağını bilmeden…
Yeni yıl, yeni umutlardı ilk yazım.
Bir kadeh kırmızı şarap ve geceye göz kırpan soluk benizli mum ışığında aşk’ı paylaştım, sözcüklere sığdırdığım.
Vefa’nın sadece bir semt adı olmadığını, sırtta hissedilen bıçak kesiklerinin dolaylı tümleci olduğunu hatırlatmaya çalıştım; bir elimde kalem, bir elimde kan.
Bahar’ı yaşarken yazdım, baharda affettim önce kendimi, ‘Affetmek, akıllı insanların intikamıdır’ diyerek...
Maskeli hayatlar yaşadığımızı itiraf ettim, siz de edin kendinize diye…
Platonik bir sevdayla tutuldum Mardin’e, Dicle’nin kendini teslim ettiği Mezopotamya’dan yazarken sizlere.
Tüm nefesimle içime çektiğim Alaçatı’nın sakız kokulu sokaklarında, huzuru ve dostluğu, ‘sürekli kalan olabilmek için, önce yeterince giden olmak gerekir’ diyerek Bodrum’u, yedi tepeli mağrur kadın İstanbul’u anlattım, kendi kelimelerimle, yaşamış ve yaşanmışlıklarıma dair tüm özümle…
Kral ve prenses’i gözyaşlarım klavyeye düşerken, Toprağa düşen yıldızlar’ı içim kan ağlarken yazdım.
Unutulanların, unutanları asla unutmadığını, unutmanın sadece kalbi dolandırmak, gerisinin boş olduğunu söyledik, klavye eşliğinde kalbim ve ben.
Kalbin beyne gömülme töreninde ağladım, Şans’ı yazarken umutlandım.
Hissettim ve paylaştım
Hayatta neyin önemli olduğunu, hayatın neresinde koyverip neresine tutunmak gerektiğini yaşayarak tecrübe etmek, yaşamadan çözmek, paylaşarak öğrenmek. Hiç umulmayan bir zamanda hayatın altüst olabileceğini ama altının üstünden güzel olabileceğini, hayat’ı yaşamak ile hayat diye verilenin asla aynı olmadığını….
Tam bir yıl oldu yazmaya başlayalı...
Her Pazar gecesi, el ayak çekilip sabahlara kadar yazdığım elliiki hafta.
Her pazartesi asla azalmayan, bilakis artan bir heyecanla yayınlandığı anı ve sizden gelen yorumları beklediğim elliiki hafta.
Okuduğum her yorumu hücrelerime nakşettiğim, her eleştiride format değiştirdiğim, kendimi her seferinde yeniden keşfettiğim, yazarken yaşadığım, yaşarken yazdığım elliiki hafta...
Kimi zaman rasyonel yazılar yazdım, çoğu kez duygusal.
Akılla kalp savaşında, izin verdim kalbin kazanmasına, hem hayatımda, hem de yazılarımda.
Kısa vadede üzülsem de inandım kalbin beni yarı yolda bırakmayacağına.
Bu gün olmasa bile, bir gün mutlaka…
Ve bu bir yılın sonunda ;
Hayatıma bir şekilde girmiş, yaşanmışlıklarımı çoğaltmış kimselere,
Her seferinde daha güçlü şekilde ayağa kalkmamı, tökezlesem de yıkılmayacağımı gösteren, kabuklu yaralarımın müsebbiplerine ,
Sonsuz bir sabırla yazılarımı okuyan, değerli yorumlarınızla onlara değer bahşeden ve yine yeniden yazmamı sağlayan sizlere sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum…
Sözcük bandıralı beyaz bir gemiyle, duyguların dipsiz sonsuzluğunda, kendimi temize çektiğim bu içsel yolculukta hep yanımda olmanız ve hayatı birlikte paylaşmak dileğiyle…
Sevgilerimle,
Cansen ERDOĞAN