Konuşmak...
İnsanları, diğer canlılardan ayıran belki de en önemli fark.
Anlatabilmek kendini, söyleyebilmek derdini, paylaşabilmek sevincini.
İnsan olmanın bence en güzel keyfi…
O yüzden ne zordur kekemelerin işi; kullanamamak dilini, esir olarak sözcüklere, söyleyememek istediğini…
Oysa ondan çok daha zor, katlanılmaz bir durum vardır ki o da yüreğin kekeleme hali….
Utanmaktır, yüreğin kekeleme hali…
İşinden, çevrenden en çok da kendinden utanmak…
Yüreğinin dediğini, şöyle korkusuzca, pervasızca yapamamak, yapsa da sığdıramamak bir yere, hesaplaşmak içinde, aynaya bakıp yüzleşmek kendinle…
Henüz çocukken, sınıfta tahtaya kaldırılmak, ele vurulan cetvelin ahşap olduğunu anlamaktır, utanmak.
Uzaktan fırlatılan anne terliği, baba azarı, öğretmen paylamasıdır.
Büyüdükçe, hoşlanılan kişinin yüzüne bakamama, ruhta kan deveranı, yanaklarda allaşmış mahcubiyettir.
Söyleyememek hissettiklerini, söyleyince de koşarak kaçma, reddedilince yerin dibine girme isteğidir.
Zaman, usul usul ilerlerken, lanet bir gecenin ertesi sabahı olmuştur artık utanmak.
Bazen değiştirememek düzeni, bazen değişmemek düzenle.
Her günün sonunda, hesapları karıştırmak vicdan muhasebesinde, insanlığını oracıkta ellerinle boğmak utanarak.
Bir de artık eskisi gibi huzurla aynaya bakamamak…
Değil ücra köylerde, büyük şehirlerde de kadınların mal gibi satıldığını gördüğünde, kadınlığından utanma vaktidir.
Sahip çıkmadığında ailesine, yuvasına, harcadığında rızkını kumarda, içkide, gecelerde, erkekliğinden utanma vakti.
Küçücük bebeklerin alnına kuşun sıkıp özgürlük mücadelesi diyenlerin, bunu haklı bulup ses çıkarmayan demokrasinin idam sehpasının mecaz anlamıdır utanmak.
Ortadoğu’ da Filistin’de, Afrika’da insanlık dramları yaşanırken, politika kisvesiyle yok saymaktır bunları.
Öğrencilerle akademisyenler arasındaki tarihi yumurta savaşlarıdır.
Devlet hastanelerindeki rezillikler, mahkeme kapılarında yaşanan trajediler, üç kuruş için çekilen çilelerdir.
Dilin kemiği yoktur diyerek patavatsızlığıyla övünenler, ardından pişkin pişkin sırıtıp "ne var ki canım bunda" diyenler, çekinme nedir bilmeyip bunu girginliğine bağlayanlar, yüzü hiç kızarmamışlar, hatası yüzüne vurulduğunda gözlerini az aşağı indirmeyi bilmeyenlerdir.
Severken söyleyememek, bittiğinde vazgeçmesini bilememektir utanmak, kimi zaman.
Sevgiye sahip çıkamamak, gidişine göz yummak, sonra da kader deyip hayıflanmak.
Kaderi ortak edip yanlışa, yaşamak bu sarmalda…
İnsanı insan yapan niteliklerdendir utanmak.
Öyle her yiğidin de harcı değildir utanabilmek.
Ar, namus erdem değil, yaşamın alt ettiği ruhu, kaldırmaktır yerden.
Utanma duygusu öğretilir mi, öğrenilir mi tartışılsa da, insanlığın en büyük öğretisi olduğu yadsınamaz.
Manevi bir perdeden ibarettir.
Açıldığında insan kendisiyle yüzleşir.
Yırtılması durumunda ise, çok şey kaybedilir.
Bir zamanların en önemli düsturuydu utanmak; küçüklüğümün krepon, elişi, gençliğimin parşömen kağıdı.
Şimdilerde ise, birisi bir şey söylüyor, sen utanıyorsun onun yerine.
Utanan değil, utanmaktan utanan bir nesil geliyor bizlerin yerine, hem de utananların değil, utanması olmayanların utanacağı yerde…
İnsanın, insan olduğuna dair şüphesi varsa aynaya bakmak gereksizdir aslında.
Çözüm şöyle bir kendini yoklamasında.
Eğer hala utanabiliyorsa bir şeylerden, çevresinden, kendinden o zaman umut halen devam etmektedir.
Utanmak, aşılması gereken bir masumiyettir, insanı insan yapan niteliktir.
Yüreğin kekelemesi halidir.
Ve utanmanın, yüze ve tene yapışmayanı makbuldür, gerisi zamanla hallolur….
Cansen ERDOĞAN