Gelinliğini giymiş nazlı bir geline benziyor karşı bahçede açmış erik ağaçları…
Beyaz tomurcuklu bahar dalları, süslemiş etrafı, dört bir yanı…
Havada ılıktan öte bir güneş, üşütmeyen, ürperten bir samyeli.
Anlamadığım; kış olmadan bahar mı geldi yoksa kış, hakkından feragat mı etti….
Tuhaf bir hüzün var içimde; hani sonbahar melonkolisinin izdüşümü gibi.
Ama aslında o değil sebebi. Aksine kışı yaşayamadan bahara kavuşmanın anlamsız rapsodisi…
Biraz düşününce anladım, damarlarımda dolaşan hüzün buğusunun sebebi ziyaretini.
Kışı yaşamadan bahara kavuşmak değilmiş marifet.
Baharın gelişini beklemekmiş, kışı yaşarken.
Ağaçların çiçek açtığını hayal edebilmekmiş, sert, karayel rüzgarları eserken…
Her şeyin zamanı var; doğmanın, yaşamanın hatta ölmenin.
Erken doğan bebekler için hep endişe edilir.
‘Allah, sıralı ölüm versin” hep temennimizdir.
Hele de zamanında yaşamak; işte bu hayatın en önemli vecibesi.
Buna uymayana da en büyük sillesi…
Aşık olmak mesela…
Gençliğin yeni yetme vurdumduymazlığıyla, her şeye meydan okumak.
İlk elini tuttuğunda, zamanın durduğunu varsaymak, o ilk öpüşü, hiçbir zaman unutmamak.
Her çılgınlığa, muktedir olmak, sabah kadar konuşmayı, görene kadar özlemeyi, kavuşana kadar beklemeyi mübah saymak.
‘Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk’ diyerek ortalarda salınmak…
Toplum, gençliğin bu delifişek sevdalarını, hafif bir tebessümle hoş görürken, yaşı kemale gelmişleri baş göz etme telaşına düşmüştür.
Bir an evvel düğün dernek yapılacak, yuvalar kurulacak, bebekler doğacaktır.
Bu örfi yasalara uymayanlar için uygun atasözleri akşamdan ıslatılıp, “evde kalmış” gibi halk deyişleriyle marine edilmiş, servise hazırdır.
Bu ritüeller tamamlanınca, para kazanma hırsı başlamıştır.
Kör karanlıkta yola koyulup, alacakaranlıkta dönme vaktidir artık eve.
Mimar Sinan’ın eserlerindeki gibi, hayatın kalfalık eseridir yaşanılan an.
Oysaki çıraklıktan sonra gelen kalfalığın tadı çıkmadan, ustalığın hayalleri, esir almıştır artık fikri ve bedeni.
Bu, artık zamanında yaşanamayan eğlenceler, gidilemeyen tatiller, paylaşılamayan dostluklar, ertelenen hobiler, zevkler için yapılan son çağrıdır.
Ve az zaman sonra söylenecek, ‘Lale devri çocuklarıyız biz, zamanımız geçti’ şarkısından önceki son solo taksimidir.
Nihayet emeklilik ilanı basılmıştır, hayatın resmi gazetesinde.
Hasretle beklenen bomboş günler, gelmiştir işte.
İşler oturmuş, düzen kurulmuş, çocuklar yuvadan uçmuştur.
Ama hayatın kalanının paylaşılacağı dostlar, yoktur artık ortada.
Naftalinlenip kaldırıldıkları yüreklerin çatı arasında, ilgisizlik ve havasızlıktan boğulmuşlardır hunharca…
Artık gezmek için para biriktirilmişse de, bu kez ağrılar başlamıştır sırtta, dizde, belde.
Aşık olma hakkı, gasp edilmiştir toplum marifetiyle.
Ve bu kez, dilde bir başka şarkının güftesi ile; ‘Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç’…
Dünü olmayan yarında, hayatı yaşamak.
Hayatın içindeki en keyifsiz denklemlerden biri bu olsa gerek.
Çok bilinmeyenli denklemin zamansal sığıntılar determinantı işte.
Soluk kesen anların varlığını, varlığıyla soluk kesenle yaşarken fark ediyor insan, yaşamayı. Ki yaşam, aldığımız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür.
Her şey zamanında güzel; zamanında yaşanan aşk, zamanında yaşanan mevsim, zamanında yenen meyve gibi...
Kışı kış gibi, baharı bahar, yazı yaz gibi yaşamak…
Kışın bereler, eldivenlerle kartopu oynamak, soba başında kestane patlatmak, şömine etrafında dostlarla oturup kahkahalar atmak.
Tabi yalancı bahar güneşine de artık aldanmamak…
Namazsız bir ezanla başlayıp ezansız bir namazla biten hayatta ânı ıskalamamak…
Dünün yaşanmışlığından, yarının korkusundan, bugünü yaşayamamak.
Erken gelmiş, zamansız bahara aldanmış, çiçek açan erik ağaçlarının hayal kırıklığını yaşamak, çalışma rutininde hayatın tadını çıkaramamak, sevdiğini söylemeyi, dostunu özlediğini hep ertelemek…
Ve beklenilen zaman geldiğinde; kurulan hayallerin, görülen düşlerin, yapılan planların, onların gerçekleşmesinden belki de daha çok keyif verdiğini ansızın fark etmek… Ama iş işten geçmek…
Dışarıda sert bir rüzgar esiyor, başının üstünde sağanak yağmurlar.
Sıcaklık mevsim normallerinde; kiminin bedeninde soğuyor, kiminin yüreğinde.
Neyse ki kış geldi; sıcak çorba, ayva, mandalina bir de kardan adamın burnuna havuç takma vakti.
Yaz için hayal kurma, bahar için plan yapma vakti
Her şeyi zamanında yaşamak; kış ortasında gelen bahara inanmamak…
Ansızın gelen sevdayı, bitmeyen aşkı geri savurmamak…
Yarın için endişelenip bugünü kaçırmamak gerek.
Dünün yaşanmışlığından, yarının huzursuzluğundan bugünü ıskalamamak…
Çünkü bildiğiniz gibi;
Bugünler de, dünlerin yarınları idi…
Cansen ERDOĞAN