“Kimi der ki; Kadın, uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki; Kadın, yeşil bir harman yerinde, dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir. Kimi der ki; Ayalimdir, boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki; Hamur yoğuran.
Kimi der ki; Çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım, başımdır.
Yavrum, annem, karım, kız kardeşim,
Hayat arkadaşımdır…”
Kadını ne güzel dökmüşsün kelimelere be Nazım Hikmet.
Biraz gururla, biraz içim acıyarak okurum bu şiiri her seferinde.
Kadınına değer veren, aşkın peşinden giden kaç kişi kaldı ki günümüzde?
Milyonlarca yıllık hikâye - evet Asurlulardan, Babillilerden kalma bu hikâye, henüz doğmadan başlar aslında. Osmanlılarda, şu zamanda, en çok da Doğu’da, erkek çocuk beklenir, erkek çocuk doğran kadının başı hep biraz diktir. Doğuramayan kadın, eziktir, eksiktir. Büyür kız çocuğu, sancılarla. Büyümeye başlayan göğüslerini saklamak zorundadır mesela. Düşen sutyen askıları, perişan eden adet sancıları, cımbızlı ağdalı acı seansları ile devam eder bu yazgı. Ardından gelir çatar, şu kanlı ‘ilk gece’ faslı. Bir gecede ‘kadın’ oluverir, kız kısmı. Doğarken başına geçirilen ‘namus’ prangası, daha da sıkmaya başlamıştır boynunu. Ümüğüne yapışmış ‘elalem’ mangası, ‘cık cık cıklayarak’ kesmeye başlamıştır yolunu. Babanın emanetinden çıkıp kocanın, başka bir erkeğin, sevgilinin emanetine girme zamanıdır artık, ‘yerin yurdun belli olsun, erin, erkeğin başında olsun”…
Hep düşünmüşümdür, erkeğe gücü adından, başındaki ‘Erk’ ten yani güçten türemesi, bir tesadüf müdür? Bir ısırıkla başladı her şey ve ta o zaman elmayı yediği için cennetten kovulan âdemoğlu, yoksa bugün de yediği ayvayla mı cebelleşmektedir? Fıtratında bir limana bağlanmak olsa da erkeğin, aynı fıtrattaki hürriyet ve cesareti, evcilleştirilmekten korkar. Traş, sünnet, askerlikte, kahvehane-kerhane-kıraathane üçgeninde, efendilik-serserilik ikileminde, abi- baba-koca olma serüveninde, tek başına bir saltanattır erkek olmak.
Kadın ise başı belli, pembe bir yazgının sonsuz lanetini taşımaktadır. Küçücük bir kız çocuğu olarak başlar hayata, birinin aşkı olur, âşık olur. Bazen tercih edendir, bazen de tercih edilen. Kimisi bir köy evinde para karşılığı satılır ömründe hiç görmediği bir adama, çocuktur oysa daha. Şarkıda diyor ya;
Varmadan sekizine / Ergin oldu Ünzile / Hem çocuk hem de kadın / On ikisinde ana / Yağmuru kim döküyor / Ünzile kaç koyun ediyor / Dayaktan uslanalı / Hiçbir şey sormuyor…”
Ünzile’ler hayatımızda, yanı başımızda. Hayatını; at-avrat-silah olarak parsellemiş erkeğin, namusu dişilik organının çapıyla ölçülen kadınlara yaklaşımıdır bu aslında. Vicdan nedir bilmez bir ‘el âlem’ yüzünden, ayıp-günah-töre yüzünden cinselliği gasp edilen kadınlar, yitip giden gençliklerine, üstüne asma kilit takılmış cinselliklerine, kaybolan ümitlerine ağlamaktadır şimdi. Tek suçu minibüse binerek eve dönmek olan Özgecanlar, altı yaşında tecavüze uğrayan Büşra’lar, Gizemler ve cinsiyetleri uğruna can veren nice Ünzileler.
O kadar güçlü kuvvetli, iriyarı, sağlam bedenlerine, erk’lerine rağmen erkeklere değil kadınlara bahşetmiştir Tanrı, dünyanın en güzel duygusunu; anne olmayı. Çünkü güçlü olmak, bileği kalın olmak değil, yüreği ince olmaktır. Kas yoğunluğu değil, duygu yoğunluğudur güce güç veren. Katıksız sevmek, karşılıksız vermek, sadece kadının hamurudur. Varoluşun Âdem’den sonraki en büyük gerçeğidir anne. Karşılıksız sevginin, ete kemiğe bürünmüş şekli, katıksız fedakârlığın, sonsuz sabrın, biberondaki süt hali…
Aynı okullarda, eşit şartlarla okur erkeklerle birlikte kadın, başlar çalışmaya. Tüm gün koşturup durur dışarıda işte, toplantıda. Eve gelir sonra; ilgilenir eviyle, eşiyle, çocuklarıyla. Bir varoluş mücadelesi verirken dışarıda, evinin sorumluluğu biner de biner sırtına.
Tüm bunlara karşı takdir görmek mi; bırakın Allah aşkına…
Gururlarına sımsıkı yapışır geri kalanı feda eder kadınlar. Acıları boylarını aşsa da, sesleri çıkmaz, zarafetleri bozulmaz. Pişmanlık cümleleri, dönüp durmaz dillerinde. Sustuklarında bile, çok şey söyleyebilirler gözleriyle. Ne istediklerini değil belki, ama ne istemediklerini iyi bilirler. Yarım yamalak sevgileri, bölük pörçük nefretleri, sevmez kadınlar. Çünkü sevgilerini hak edecek insanlar, öfkelerine değecek düşmanlar lazımdır onlara. Hatun kişinin mayası bellidir; Sevdi mi tam sever, bitti mi bir kalemde siler…
Gücünü kadına vurmakla kanıtlayan, aczini yumruklarla saklayan kanı bozuklar eğitilmedikçe, toplumdan tecrit edilmedikçe kadın, içinde o huzursuzlukla, korkuyla yaşamaya devam edecektir. Aşktan vazgeçti de sinirlenince dövmesin, ayrılınca öldürmesin, ona yetecektir. Çünkü dişisine kötü davranan tek erkek âdemdir.
Yargılama sonucu çıkan kararın da temyizi kabil değildir;
“Yaz kızım; suçu kadın olmaktı, cezası müebbettir.
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan