Giydim ÇİZME'yi (!)
Kaptırmışken kendinizi rutinin o sıkıcı sarmalına, uzaklar çağırır ya hani bir anda işte öyle bir şey. Hayat tam gaz devam ederken onu olduğu gibi bırakmak usulca yere ve gitmek uzak yerlere, isimsiz, mevsimsiz ülkelere. Bazen ismini, kimliğini bazen de tamamen kendini terk edip olmadığın ama olmak istediğin kişi olacağın yerlere. Elinde renkli kalemlerle gideceğin yerleri işaretlemek. Yalnızlığın sesini, içinde kaybolacağın kalabalıkların müziklerine yüklemek.
Böyle bir anda doğdu İtalya’ya gitme fikri, hava soğuktu o anda, bulutlar kurşuni.
Sıcak sahiller, Akdeniz, neşeli kahkahalar çağırdı sanki.
Bir bilete bakıyordu iş, biraz iş-güç-ev organizasyonuna bir de otel rezervasyonuna.
Ve işte uçaktayız bile, kanat çırpıyoruz Cenova semalarında…
Akdeniz’in Marsilya’dan sonra gelen en büyük liman şehriymiş Cenova.
Arkasında dimdik uzanan dağların yamacında kurulmuş orijinal adı olan Genoa, çizme şeklindeki İtalya'nın diz bölgesinde bulunduğu için anatomideki diz anlamına gelen Latince Genu sözcüğünden türemiş. 2004 yılında Avrupa kültür başkenti olmuş ve 2006’da da Unesco’nun dünya mirasları arasına girmiş. Huzurlu bir şehir burası, zaman yavaş akıyor, insanlar koşturmuyor. En önemli meydanlarından biri Piazza de Ferrari. San Lorenzo katedralinden devam edip sola dönünce kocaman havuzu, opera binası, sanat merkezi Palazzo Ducale, güzel sanatlar akademisi ve Garibaldi heykeliyle karşınıza çıkıyor. Tam gün batımında oradaki cafelerin birinde peynir tabağının eşlik ettiği enfes Chianti şarabını yudumlarken bıraktım sıkı sıkı tuttuğum zamanı, izin verdim avuçlarımdan kaymasına.
Meydana çıkan caddelerden XX Settembre alışveriş caddesi olarak biliniyor. Meydanı kesen Via Dante'ye girdiğinizde ise yol sizi doğruca Kristof Kolomb'un doğduğu eve ve şehrin tarihi giriş kapısı Porta Soprano'ya götürüyor. Dar sokakları, yeşil panjurları, benzersiz limanı ve binlerce yıllık tarihiyle bu sıcakkanlı İtalyan şehrini çok sevdik biz.
Tabi bu arada fesleğenle yapılan meşhur pesto sosunun da buradan çıktığını unutmadan belirteyim. Pesto soslu makarna yemeden şehirden gideni dövüyorlar J
Bir de sabahları focaccia denen bir ekmekleri var ki Allah’ım sana geliyorum dedim, tutamadım kendimi.
Zeytinlisi, üzümlüsü en çok da cevizlisi akıllara zarar, benden söylemesi J
Ertesi sabah, kiraladığımız araba ile düştük yollara.
Aç kollarını Portofino, geliyoruz sanaaaa!
Yolda Rapollo denen bir sahil kasabasından geçtik ve kalbimin yarısını burada bırakıverdik. Çok sevimli bu kasaba, Bodrum’un çok kaliteli, zengin ve asil hali gibi.
Geniş kenarlıklı şapkalar takan güzel bayanlar, lord kıvamlı baylar, neşeli İtalyan şarkıları ile çok etkilendiğim, pek bayıldığım bir yerdi burası.
Ama biz sevdamıza sadıktık, Portofino için düştük yola, yarı yolda bırakamazdık.
Ve işte Portofino…
Adını, latince “portus delphini” yani yunus limanı sözünden almış. Hem bu şirin kasabanın bulunduğu körfezdeki yunuslardan hem de kasabanın yunusa benzeyen şeklinden geliyormuş bu namı da... Çok şık, sevimli bir balıkçı kasabası burası ve Vittorio Paltrinieri de boşuna yazmamış o meşhur şarkıyı, aşkı Portofino’da bulmakta çok haklı J Pastel renkli, yeşil panjurlu evleri, deniz mahsullü yemekleri, pahalı hediyelikleri ve denizden yükselen görkemi ile aşkın, dansın, zamansızlığın yeri. Tepede, Dolce&Gabanna’nın evine komşu da olan dünyanın en güzel 100 oteli arasında gösterilen Splendido Otel Belmondo’da eşsiz manzaraya başınızı dayayıp meyve kokteyli içip çikolatalı sufle yemeden, limanda buzlu kahveleri olan shakeritto içmeden dönülmez. O sırada garsonlardan birine sordum; Portofino’da ne yapmak gerekir? Cevabı şöyleydi; “Portofino’da yapılması gereken şey, hiçbir şey yapmamaktadır. Koy boyunca kendinizi bir film setinde hissettiren ambiyansın tadını çıkarıp, bir daha ne zaman gelirim diye plan yapmaktır “ Haklıydı, kalbimin diğer yarısını da buraya emanet edip Cinque Terre’ ye doğru yola koyulduk…
İtalya'nın Cenova'dan başlayıp Portovenere'ye kadar uzanan sahil şeridi çok fazla bilinmese de birbirinden güzel köyleri, kasabaları ile mutlaka görülmesi gereken güzellikte bir bölge bence. Sevimli bir kasaba olan Camogli, yan yana bir inci gibi dizilmiş olan ve 5 köy anlamına gelen Cinque Terre (Monterosso, Vernazza, Corniglia, Manarola, Riomaggiore) ve son olarak da güzel bir liman kasabası Portovenere mutlaka görülmeli.
Uçurumlu, tek arabanın anca geçebileceği patika bir yoldan, tüm geçmişin film şeridi gibi geçtiği gözünün önünden, ödün kopmuş da sallanır vaziyette ulaştık Cinque Terre denen, yan yana kayalar içinde denize sıfır şekilde kurulmuş olan doğa harikasına. Tabi park ettikten sonra 1 kilometre kadar yürümek gerekiyor ilk köy Vernazza’ya ulaşmak için. O işler kolay değil yani. Rengârenk evler, tepeden bir görünüm ve ortada bir kilise. En sevimlisi de tarihi küçük tren garı. Bu 5 köyün en büyüğü Monterosso’ya ve diğer köylere ulaşmak mümkün bu trenle. Manarola ile Via dell'Amore isimli aşk yolu ile bağlanan Riomaggiore’ i de görmekte fayda var. Sokaklar tüm İtalya'da olduğu gibi dar, evler insanlar iç içe, rengârenk…
Bitmedi tabi ki, düşmüşken yollara bu kez Pisa vardı sırada;
İtalya’nın boynu bükük(!), garip kasabası J Başka bir sevdim ben burayı;
Ne de olsa ikimiz de yıkılmadık, ayaktayız, küllerimizden doğup ortalığı sarsmışız J
Pisa’ ya yakışır bir pizza ziyafeti verdikten sonra kendimize, bıraktık ruhumuzu serbest, izin verdik Venedik’e gitmesine J
Başlı başına bir roman Venedik;
Gondolları, maskeleri, kanalları, sokak araları ile her an tarihten birileri fırlayıp da karşınıza çıkacak gibi. Aşkı tutkuyla yaşayıp, benliğinden uzaklaşıp yeniden uyanmaktır hayata. Kaybolduğunu sandığın düşlerine kavuşmaktır, güneşin avucundaki bir başka ülkede. Murono’yu, San Marco’yu, köprüleri, serenat yapan gondolcuları yazmak isterdim ama ya haksızlık edersem o dokuya, ya yeterince anlatamazsam o büyüyü, bedeni esir olan o tuhaf, sihirli atmosferi. İyisi mi gidin görün ve bana hak verin, varmış bir bildiği deyin ve kocaman gülümseyin;
Benim için J
Hayat bazen sert frenler yaptırır insanlara, başını çarptırır cama ya da hızlıca yapıştırır oturduğu koltuğa.
Bazen torpidodaki, yanlış katlanmış haritalar gibi hissettirir insana.
Büyümeyle birlikte gelip tene yapışan kariyer sancıları vardır, yetişmeye çalışılan yerler, bitirilmesi gereken şeyler vardır. Oysa hayat, gerçekten kısa. Arada bir gitmek gerekir uzaklara çünkü gitmek, daha farklı hissetmektir saçlarını okşayan rüzgârı, bir başka çekmektir içine, kaç kişinin noktadan muaf, kırık dökük ünlemlerini taşıyan solumasını.
Şimdi ben ne mi yapıyorum;
Yeni yerler araştırıyorum, yeni hayal dünyaları bakıyorum. Bilmeden yürüyeceğim yeni caddelere, içinde kaybolacağım ara sokaklara, suretinde kendimi dahi unutacağım yeni suratlara gitmeye hazırlanıyorum. Şimdilik kürkçü dükkânında dinlenme vaziyetindeyim ama belli olmaz benim işim, zamana Allah kerim J
Yeni yerlere, yeni kişilere, gerçekleşecek düşlere ve uzaklar, yakın olan dek tekrar bize;
Şimdilik görüşmek üzere…J
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan