Üçerli oturulan tahta sıralardan birine tünemiştim. Sevindiğim oydu ki, neyse ki ortada oturan ben değildim. Gerçi sol kolum boşlukta kalıyordu ama olsun, bana lazım olan sağ kolumdu çünkü kalem tutan oydu. Hava ılık ve pusluydu sanki biraz da yağmurluydu. O sırada, öğretmenin adımı çağıran sesi duyuldu; “957- Cansen Erdoğan, kırmızı kurdele”…
Okumayı sökmem, bu anı ebedi kılacak kırmızı bir nişan ile ölümsüzleştirilmiş, kırmızı kurdele yakama iliştirilmişti. Bir gurur, bir mutluluk hali seferberlik ilan etmiş, sarmıştı içimi; ‘Okuma-yazma bitmişti. Şimdi gelsin sıradaki…’ Aradan bir hafta geçmeden, ‘kütüphane kolu başkanı seçilmiş, kütüphane adı verilen iki katlı, cam kapaklı dolabın anahtarı tarafıma verilmişti. Ve böylece kader ağlarını o gün örerken hikaye de böyle başladı…
İlkokulda tanıştım ben Kemalettin Tuğcu ile. Onun kitaplarında yoksul çocuklar, dağılmış hayatlarla karşılaştım. Sahip olma ile olamamanın ne demek olduğunu anladım. Gülten Dayıoğlu, Steinbeck, Hemingway girdi hayatıma zamanla, İpek Ongun ile ergenliği aştım. Başka başka hikayeler yaşadım sayfaların arasında, uzaklaştım şimdiki zamandan. Kelimelerin büyüsüne kapılıp vazgeçtim yazdan, bahardan, kıştan. Anı yaşamayı öğrendim, geçtim aylardan, yıllardan. Okumanın tadı, yazabilme ile çıktı. Yani yazmanın keyfine erince. Bir bisiklet mi istiyorum ya da bir yere gitmek için izin, bunların hepsini uzun ve ağdalı mektuplar yazarak istemeye başladım ve hiçbir mektubum pardon isteğim bu sayede geri çevrilmedi. J Yazmakla ilişkim, yazmaya olan sevgim ilk böyle başladı, kalemin gücünü keşfedince…Okulda kompozisyon yarışmaları; kazandıkça güvenim geldi kendime, yazdım, yazdım. Birine mi kızdım, kapanıp odaya saatlerce yazıp dökmeye başladım içimi kağıtlara, söyleyip isteyip de söyleyemediklerimi. En yakın arkadaşım oldu kağıt-kalem ve en büyük sırdaşım…
Yıllar geçti, nice hikayeler biriktirdim ömrümde. Boşa harcanmış zamanlarım, tek tük pişmanlıklarım ve de yığınla yaşanmışlıklarım oldu. ‘O kızı yeniden büyütmeliyim, kor ateşlerde yürütmeliyim’ derken kendime, masumiyetini korumayı bildim yine de, inat her şeye ve herkese. Ve her şeyi, sevinçleri, mutlulukları, anıları, pişmanlıkları tek bir yerde topladım, tek bir kalemde; İnkılap Yayınevinden çıkan yeni kitabım, ‘HAYATIN ‘C’ ŞIKKI’ nda…
Ne mi yazdım bu kitapta;...
Hayat nasıl bir deryaymış, ne çok yazacak şey varmış. Küçücük tek bir kelimeden oluşan ‘aşk’ı, kocaman, upuzun cümlelerle yazdım mesela. Gitmenin kalmaktan zor olduğunu ama aslolanın zoru başarmak olduğunu bastırdım sözcüklerimde. Başka başka şehirlere gittim yüreğim elimde, ülkeler gezdim, hayatlar gördüm, okuyucularımla birlikte. Dertler üst üste gelip yağmur gibi yağsa da gökkuşağının ancak yağmurdan sonra çıkacağını, tozu dumanı yutmaktansa tozu dumana katmanın doğru olduğunu anlatmaya çalıştım. Ateşböceklerini göstermek istedim hayatımızdaki, o fark etmediğimiz, değerini bilmediğimiz, yolumuzu aydınlatan ateşböceklerini. Hangi yaşta olursak olalım, bizi gülümsetmeyi başaran çikolata-kahve çiftine methiyeler düzerken çocukları, anneleri, babaları anlattım, bir de onların bitmeyecek aşklarını. Masalları, sahte yüzlü palyaçoları, hayatın ta kendisi olan lunaparkları sığdırdım satır aralarına. Cam kırıklarının değil can kırıklarının acıttığını, kalbi kanatan hayal kırıklıklarını.
Eminim yaşamışsınızdır bu duyguyu, tüm dünya karşıymış gibi gelir size. Yorganı başınıza çekip uyumaktır niyetiniz, ufalmak, ufalmak mümkün olsa yok olmak. İsimsiz korkular biriktirmişsinizdir yüreğinizde, tarifi imkansız pişmanlıklar. Zaman suratınıza çarpan bir tokat gibi sersemletirken siz öylece kalakalmışsınızdır mutsuz, çaresiz. İşte o vakit, silkinerek ayağa kalkmanın tam zamanıdır çünkü malum şafağa en yakın an, karanlığın en çok olduğu zamandır. Muhtaç olduğunuz kudret, damarlarınızdaki asil kanda gezinen hayallerinizde saklıdır.
Okullarda hayat bilgisi öğretiyorlar bize ders olarak. Oysa hayat bize öğretiyor zaten bilmemiz gerekenleri; Bazen usul usul bazen ise kafamıza vura vura. Oysa hayal kurmayı bilmiyoruz biz, öğretmiyorlar. Okulunu bitir-adam ol-elin ekmek tutsun mottosuyla büyütülen bir nesiliz biz. Bizden sonraki jenerasyon da farklı değil. Oysa hayallerimiz olsa, tutunabilsek onlara, daha çok zıplayacağız belki yıldızlara doğru, yukarılara...Hayallerimize ulaşmak için emek harcayacağız, hayatımız yaşayacağız- hayat diye verileni değil... Hayal kurmak, tüm olumsuzlukların ilacıdır. Hayatın, huzur, mutluluk, sağlık, dostluk, aşkla ayrılmış renkli sicimlerini, fırfırlı bir tokayla tutturmak, gerisini perçem perçem bırakmaktır omuzlardan. O yüzden bastıra bastıra diyorum ki bu kitapta; Hayat bilgisi değil, hayal bilgisi lazım bize bu hayatta…
Ruhun bedene yetişmekte zorlandığı bir hayat yaşıyoruz maalesef; Yapılacak, yetiştirilecek, bitirilecek şeyler var sürekli. Yelkovan, akrebe yetişmeye çalışıyor umutsuzca, biz de zamana. HAYATIN ‘C’ ŞIKKI, onca koşuşturmaca arasında, bir an için durup soluk almanızı, gülümseyip mutlu almanızı amaçlıyor yalnızca. Çünkü benim yaşarken yazdığım, yazarken yaşadığım, ben’i anlatırken biz’i yazdığım bir kitap bu aynı zamanda. Yolda, evde, tatilde, tercihen bir pencere önünde, vapurda- arabada- uçakta elinizde olsun istedim. Deniz kenarında, geniş kenarlı şapkanızla, soğuk bir şeyler yudumlarken veya yorgun bir iş gününün ardından yatmadan önce birkaç bölüm okuyup öyle uyurken eşlik etsin diye düşündüm ve sizlerle paylaşmak için hazır ve çok sabırsızım.
Ömür sunulmuş bir armağandır insanlara ve hayatta kalmak zor zanaat olsa tadını çıkarmak çok da zor değil aslında. İşin sırrı, olumlu düşünüp kafaya çok şey takmamakta. Velhasıl herkesin bir “B” planı vardır hayatta. Sizin ise herkesten farklı bir “C” şıkkınız olsun mutlaka. Çünkü hayallerinizin cevabı orada….
CANSEN ERDOĞAN
@cansenerdogan
www.cansenerdogan.com