‘Parlak bir inciydim önce derinlerde saklanırdım… Baba evi kabuğumdu, hayat çok uzak sanırdım… Düşlerimle yandım sonra sevdalarımla kavruldum… Düşlerimin peşi sıra kendimi yollara vurdum…’
Gözlerimi dünyaya açtığımda, ilk gördüğümsün baba…
Annemin kucağında, korku dolu gözlerle bakınırken etrafıma, göz göze geldiğimsin.
‘Hep yanında olacağım, koruyacağım seni’ diyen bakışların, gözlerimde takılı kaldı hep…
Serçe parmağını uzatmışsın, tuttuğumda, ağlamam kesilivermiş baba, öyle diyorlar.
İlk adımlarımı atarken elimden tutuyordun, düşecek gibi olurken yakalıyordun hemen, şimdi anlıyorum ki, ellerimi hiç bırakmamışsın…
En çok pazar günlerini sevdim; herkesten önce kalkıp hazırladığın pazar kahvaltılarını…
Kayık şeklinde kesip çekirdeğini çıkarıp koyduğun zeytinle üstünü süslediğin yumurtaları, en tazelerini bulup getirdiğin portakal sularını…
Yumurtayı çok seviyorum hala, seni anımsattığı için baba…
Bütün gün sürerdi evciliğimiz, bir de annemi delirtmemiz…
Tüm evi tren raylarıyla döşemiştik bir gün, istasyonlar kurmuştuk köşe başlarına…
Ve elimden tutup ilk kez trene bindirmiştin o gün;
Sirkeci’den Haydarpaşa’ya…
Yemek yemek istemezdim kimi kez, ‘bırak, yeme’ derdin…
Uyumak istemezdim; ‘boşver, uyuma’ diye söylerdin.
İstediğim şeylerin peşinden gitmeyi senden öğrendim baba, bir de yüreğimin sesini dinlemeyi…
Sesini hiç yükseltmedin bana, buğulu gözlerinden anlardım ben.
Öfkelenmene takılmazdım da, üzülmen acıtırdı en çok içimi.‘Akşama baban gelsin, görürsün sen’ denilenlerden olmadın hiç aksine, ‘akşam olsa da, gelse bir an önce’denilenlerdendin hep…
Traş olurken, bayılırdım seni seyretmeye…
Küçük hasır bir kutusu vardı, yüzüne sürdüğün çam esansının…
Uzak diyarlardan masallar anlatırdın ve sonu hep mutlu biterdi masalların.
Büyürken, hayatın masal olmadığını öğrendim baba, masallara inanmamayı da.
Sürdüğün o çam esansı gelmiyor artık burnuma, sence ondan mı acaba ?
İşten gelişini beklerdim, yere kadar uzanan pencerenin önüne bağdaş kurarak oturup…
‘Gelen yedinci araba, babamın arabası’ diye tutardım içimden…
Çoğu kez tutturamazdım ama uğurlu sayım oldu yedi hep, sebebi sen’den…
Ve göründüğünde karşıdan, tarifi imkansız bir sevinç kaplardı, çocuk yüreğimi.
Elinde kocaman bir kese kağıdı olurdu, kenarından sarkan parlak, kırmızı kirazlar...
Koşarak atlardım kucağına ve bilemezdim kirazdan tatlı yanağını mı öpsem, yanağından kırmızı kirazı mı yesem…
Kim bilir belki ondandır işte, en sevdiğim renk kırmızı, en sevdiğim meyve de kiraz…
Fotoğraf çekmeye giderdik kimi zaman, uzun yürüyüşler yapardık elim elinde...
İnsan yüzleri çekmeyi severdik en çok birlikte…
‘Büyüyünce de öyle yap’ derdin;
‘Kalbinin vizöründen, karşındakinin yüreğine odaklan’.
Fotoğraf çekmeyi öğrenemedim belki ama, insanları karşılıksız sevmeyi öğrendim senden baba; kalbimin vizörüyle kalplerine odaklanarak…
Okula başladığım günü hatırlıyorum, eminim senin de dün gibi aklında…
Korku dolu gözlerle bakınıyordum etrafa.
Ve sınıfın kapısından girerken dönüp baktım arkama, ‘Hadi’ diyordu gözlerin; ‘Söz, ben hep yanında olacağım, hadi, git büyü bir an önce ve altını üstüne getirelim dünyanın birlikte’…
Bazen, dünyam altüst oldu benim ama hep yanımda oldun;
Sen, sözünü tuttun baba…
En güvenen sen oldun bana; kimseler inanmasa da…
Sığındığım limandın, tutunduğum yürek…
‘Kimseye hesap vermek zorunda değilsin, kendi vicdanından başka’ derdin…
Huzurlu uykularımın sebebi oldun baba; tertemiz vicdanımla…
En yakın arkadaşımsın aslında, kimselere söyleyemediklerimle…Bir fısıltısın kalbimde çocukluğumu anlatan,
Bir gölgesin ayaklarımın dibinde, çocukluğum gibi hiç kopmayan…Bir seslenişsin gelecekteki benliğime, kendin olmaktan vazgeçme diyen…
Küçük bir kızken de, büyüdüğümde de en zor zamanımda, biliyorum elimi tutacağını ve de asla bırakmayacağını…
Keşke tutup elimi, çocukluğuma götürsen beni…
Elimi, senin gibi kimse tutmuyor.
Ve ben kimsenin serçe parmağından tutarak yürümedim ne zamandır...
Babalar ve kızları, büyülü masal ülkesinin kralları ve prensesleridir.
Başka hiç kimsenin anlayamayacağı bir dili bilirler ve konuşurlar kendi aralarında.
Bir gün gelip de prenses yuvadan uzaklara uçunca, ne baba krallığını yitirir, ne de küçük kız prensesliğini.
Birbirlerinin yüreklerinde, kendi ülkelerinde sürdürürler hükümranlıklarını…
Hayatın, her gün kapıya bırakılan sürpriz bir hediye paketi olduğunu, babam öğretti bana…
İnsana, sadece insan olduğu için değer vermeyi, herkesin içinde saklı iyilik cevherini keşfetmeyi…
Ve ben şunu biliyorum ki, belki hayatıma birçok prens girecek ama Kral hep babam kalacak…
Cansen Erdoğan