Başarılı kişilerin en büyük sorunu, bir sonraki işlerinde kendilerini aşma, daha iyisini yapma baskısıdır. Beklentiler büyüktür artık, eleştiriler daha acımasız olacak, dikkatler daha yoğunlaşacaktır. İşte tam da böyle bir modla, merakla ve heyecanla bekleniyordu;
‘Pek Yakında’…
Cem Yılmaz’ın yeteneği, zekası, esprileri ve kabiliyeti tartışma konusu olamaz, bir duayen kendisi, ince esprilerin faili belli mucidi, komedinin dahisi.
Lakin bu kez olmamış ne yazık ki;
‘Pek Yakında’, o yeteneğe yakışmamış.
Filmde dram yok duygulanmıyorsun. Aksiyon yok, heyecanlanmıyorsun. Sürpriz son yok, şaşırmıyorsun. İnanılmaz komik ya da matrak karakter yok, gülümsemekle yetiniyorsun. Yeşilçam melodramlarını hatırlatma misyonu taşıyan, Cem Yılmaz’ın önceki filmlerine göndermeler yapan ve hani ‘reklam arasında film konulmuş’ dedirtip iç bayacak kadar ürün yerleştirme, reklam kaygısı taşıyan vasat altı bir film olmuş. Sadece iki mekânda geçen ve neredeyse sıfır bütçeyle çekilen, filmde yediği-içtiği ayrı gitmediğini bildiğimiz en yakın arkadaşlarına yer veren Cem Yılmaz, maddi kaygısı, ekonomik sıkıntısı olmamasına rağmen bu kadar basit bir teknikle çektiği filmi vizyona sokarken belli ki ‘Ben ne yapsam beğenilir, ne çeksem izlenir’ mantığı ve bunun verdiği umarsız bir rahatlıkla davranmış.
Ve bence bu, sinema izleyicisine, film severlere saygısızlık olmuş.
Çünkü sinema, halkla bütünleşmenin en doğru aracıdır ve yedinci sanattır.
Perdeye yansıyan hayallerin, bir yönetmenin gözleriyle ışığa kavuştuğu, insanın kendi içinde hiç bilmediği diyarlara yolculuğudur sinema. Başlarken açılan ilk karanlık ekran ile bitişteki son karanlık ekran arasındaki bir kaç saate hayatı, ümitleri ve hayalleri sığdıran, sonda kayan yazılar ve çalan müzik sırasında, insanı bir an içi arafta hissettiren, bilincini değiştiren sanattır.
Ünlü Kafka’nın; ‘Kamera bir kayıt aygıtı değildir. Gözün görmediğini ortaya çıkaran bir mikroskoptur. O kamera insanın içine, dış görünümün altına da girer ve orada olup bitenleri,duygularla düşünceleri izler.’ sözü, sinemanın salt gözle değil asıl yürekle izlendiğinin kanıtıdır.
Asya: Durursam bir daha kurtulamam...
İlyas: Ziyanı yok, gülüşü yeter bize...
Asya: Yüreğim kaydıysa günah mı?
İlyas: Çamura saplansam yardıma gelir misin?
Asya: Elini tuttum, sıcacıktı... Yüreği elimdeymiş gibi...
İlyas: Elinden tutuversem benimle gelir mi?
Asya: Seninim işte, alıp götürsene beni...
Türk sinemasının unutulmaz filmlerinden biri olan 1977 yapımı ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ da, büyük aşkı İlyas ile kendisine sahip çıkan Cemşit arasında kalan Asya’nın iç hesaplaşmasını unutmak mümkün mü?
İlk aşkı, çocuğunun babası İlyas’ı mı yoksa kendisine en zor döneminde kol kanat geren Cemşit’i mi seçecek diye beklerken hepimiz kendi iç hesaplaşmamızı yapıyorduk o sırada. Biz olsak kimi seçerdik?
Asya’ya hak verir miydik?
Aşk neydi; tutku mu, iyilik mi, emek mi?
Yakın zamanda, gişe rekorlarını altüst eden, hepimizi gözyaşlarına boğan, ölmek üzere olduğunu öğrenen bir babanın oğlunu, yıllardır küs olduğu kendi babasına emanet edişini anlatan ‘Babam ve Oğlum’ filminin hafızlara kazınan o diyalogunda;
Baba!
Yüreğim yangın yeri gibi biliyor musun?
Gözü arkada kalmak böyle bir şey galiba, kaç gündür onu itmek istiyorum bana sarılınca, beni sevmesin diye kaç gündür uğraşıyorum ama yapamıyorum. Onun hayatında bir yumru olacağım için kendimden nefret ediyorum…
Bide şey, keşke beni görmeyeydi böyle yatakta..
Korkma..
Evlatlar babalarını hep hatırlamak istedikleri gibi hatırlarlar
Hepimiz yaşamadık mı o babanın duygularını, hissetmedik mi acısını, düşünmedik mi çocuklarımızı ve emanet etmek zorunda kalsaydık bir gün, ne yapacağımızı?
Meşhur Casablanca filminde, yüreği yaralı, zenci piyaniste;
‘Bir daha çal Sam’ denirken, piyano tuşlarında düşünmedik mi sevdiğimizi?
Ya da;
‘Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da’ repliği dolaşmadı mı dilimizde yıllarca?
‘Fotoğraf, gerçeğin yansıması değil, yansımanın gerçeğidir’ demiş Brecht.
Sinema ise bambaşka;
Fotoğraf gerçek olan ise sinema saniyede yirmi dört kere gerçektir.
Olanı gördüğümüzü sandığımız, aslında dış dünyadan soyutlanarak bazen kendimizi sorguladığımız bazen yargıladığımız dünyayı bir başkasının gözüyle algıladığımız başka bir dünya, paralel bir hayattır.
Olur, da bir gün, bir filmde, kendinizle yüzleşebilirseniz eğer repliğiniz şu olacaktır;
‘Nayırr, nolaamaz…’
Sakın şaşırmayın çünkü hayaller sinemasında, biletler bedavadır.
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan