Aşkın kanununu yazsam yeniden…
Olsa öyle bir imkan, olağanüstü hal ilan etsem. Toplasam yüreğimin meclisini; ‘Aşk, hala var mı, yok mu” desem, referanduma gitsem…
Nostaljik bir şarkının adı oldu başlık, aynı zamanda. Ama anlatmak istediğim, tam da buydu aslında. Nerede o eski bayramlar denir ya, asıl nerede şimdi o eski aşklar…
Miyadı, yaklaşık yirmi - yirmi beş yıl önce dolan eski aşklar. Büyükler, anneler, teyzeler; “Böyle miydi diyorlar, böyle miydi bizim zamanımızda sevdalar…” Ve anlatıyorlar;
Kızlar, daha sakin, daha utangaç, daha duygusaldı. Aşklarından ölseler de sevdikleri erkeğe belli etmezlerdi. Belki minik bir tebessüm, saniyelere sığdırılmış bir bakış, o kadar. Erkekler de öyle kolay kolay açılamazlardı çünkü emin olamazlardı. Tanımak zordu birbirini, oysa şimdi yaz Google’a ismini, çıksın onunla ilgili her bilgi. Günümüzün öpüşmekten moraran dudakları değil, utanmaktan kızaran yanakları vardı hatırda kalan. O ilk konuşma, ne özeldi. Erkek cesaretini toplamış, kız heyecandan ha bayılmış ha bayılacak. Şimdilerde öyle mi, nasılsa alternatif çok, biri olmazsa illa biri olacak.
Bir modernliktir, aldı başını yürüdü. Ne o, kadın-erkek eşitmiş, aşkta da bu geçerliymiş. Şimdiler de kızlar düşüyor erkeklerin peşine, ilk adımı onlar atıyor, ilk mesajı onlar çekiyor hatta buluşmayı onlar ayarlıyor. Erkekler ise utangaç bir genç kız edasıyla kendilerini çektikçe çekiyor. Ne güzeldi eskiden, erkekler günlerce doğru zamanı bekler, onca zaman sonra cesaretini toplayabilirlerse kızı muhallebiciye, sinemaya davet ederlerdi. Zaman geçmezdi sanki, buluşmadan hemen önceki gün. Saatler uzayıp gider, ne giyeceğini, ne diyeceğini düşünür dururdun. İlk karşılaştığınız anda da tutulurdun. Kalbinin atışı, karşıdan duyulurdu, bakamazdın gözlerine, bağı çözülüp de dizlerinin, düşmeyesin diye…
Bilemedik kıymetini hani şimdilerde dalga geçtiğimiz o “çıkma teklifinin”, ilişkiyi başlatan o devrim hareketinin. Emin olmazdı çünkü taraflar, arkadaş mı kalınacak, sevgili mi olunacak. Elini tutabilmek için çıkıyor olmak gerekirdi, o benim diyebilmekti. Şimdi ilk öpüşme, merhaba sayılıyor, ilk buluşma da yatakta bitiyor. Elini ilk tuttuğunda dünya dönmeyi bırakırdı eskiden, pare pare yayılırdı o sıcaklık her bir hücrene. Günlerce düşünür, yeniden yaşardın o anı, aynı heyecanla. Şimdilerde elini tutma diye bir şey kaldı mı acaba?
Kıskanırdı birbirini gerçekten sevenler; Ne demek dokunacak başka bir erkek kadına yanlışlıkla bile olsa ya da ne münasebet, yabancı bir kadın sarılacak erkeğin omzuna. Zaten izin de vermezlerdi buna eskiden sevenler, saygı vardı çünkü onlar için, sevgiden bile önce gelen.Zor kavuşulduğu için kıymeti de bilinirdi ilişkilerin. Öyle saçma sebeplerle bitmezdi. Kırmazdı sevenler birbirini, kızmadığından değil, kıyamadığından.Ve tüm çareler tükenip ilişki sona erdiğinde, saygı duyulurdu artık gitmek isteyene. Acıtmaya çalışmazdı gitmek isteyenin canını, anlayışla kabullenir, aramaz-sormaz, giderdi kendi yönüne, hasretten verem olsa bile. Ayrılıklar saygılıydı, tehdit naraları atılmaz, birlikte geçen zamanlara çamur atılmaz, ‘keşke hiç tanımasaydım’ cümleleri uçuşmazdı etrafta. Acılar gömülürdü yüreğe, hissettirilmezdi karşı tarafa. Teşekkür edilip yaşananlara, vedalaşarak bakılırdı kendi yoluna…
Kalemin kağıda değdiği, özlemin satırlara sindiği, okunup durmaktan yırtılmış mektuplar vardı eskiden. Verilen çiçekler, defter aralarında kurutulurdu. Artık mesajlar var mektupların yerine, duygular telefondaki emojilerle anlatılıyor, kelimelerin yerine. Dudakta sarı tozları, bir papatya ile sevişilen zamanlar yok artık, aşk destelik banknotlar halinde. Banknotlar halinde çünkü eşitlik ilkesi, ne yazı ki artık ilişkinin her kademesinde. Eskiden kadınlar kadınlıklarını bilirdi, özenir, bakarlardı kendilerine. Beğendirmeye çalışırlardı kendilerini sevdiklerine. Erkek gelir alırdı evden kadını hatta kapısını tutardı. Alman usulü yoktu, bildiğin Türk işiydi işte, hesap bölünmez, kadına para ödettirilmezdi. Ayıptı hatta paylaşmak, racona tersti. Yoksa imkan gidilmez, gidilecekse de bulup buluşturulur, yokluk kadına hissettirilmezdi…’
Okuyarak değil de yaşayarak öğrenilen, tıpkı hayat gibi. O yüzden aşk, belki de hayatın ta kendisi. Kelimeler, cümleler hatta harfler bile aciz Aşk’ın önünde, yetersiz. Aşka dair sözcükler de kısadır nedense; Sev, git, gel, öp gibi. Bu durumda, Sevgililer Günü’nün yılın en kısa ayına gelmesi, tesadüf müdür sizce?
Aşk, çıldırmış şairlerin titreyen mısralarında, piyasa şarkılarının birbirinin aynı nakaratlarında, bilen-bilmeyen herkesin ağzında, boş kelamlarında yer alan bir kelimeden mi ibaret artık?
Aşkın kanununu yazsam yeniden. Olmadı, eskilerin bahsettiği, tedavülden kalkan o aşklar için kanun hükmünde kararname çıkartsam. Eski radyolar gibi, çatıya saklanan o eski aşklar olsa yeniden. Kadının kadın, erkeğin erkek gibi davrandığı eski zaman sevdaları, çıksa sandıklardan…
Peki bu arada ne mi yapıyorum? Sıkıyönetim ilan eden kalbimlegurur duyuyorum; Çalındı, kırıldı, yandı, kandırıldı ama hala çalışıyor. Yani arada teklese de genel olarak problemsiz.
Ve beni soran olursa;
‘Tüm dünyaya karşı gelebilen, hayata meydan okuyabilen, yazıp çizen ama kendiyle, deli ruhu ve kalbiyle baş edemeyen bir kadındı’ dersiniz…
CANSEN ERDOĞAN
twitter : @cansenerdogan
instagram : cansenerdogan
Snapchat : cansencann